Çalınmış Bir Mahşer İçin Ahval
sefil bitler hala uzayın boşluğunda yaşıyor ve içimde bir abdal ağlarken ufuklar
caddesinde ufuksuz adam,sesine bir küfür katmış sokaklara saçıyor... arada
üşümüş gözlerle,pörsümüş göğüslere bakıyor;üşümüş gözler üşüyo,üşümeye
bakıyo...
için içimde gerilen hayat ,turuncu laleler ve ıssız insanlık,artık sıcak sözcüklerden
utanacak kadar d(üşüyor)! günler, yeni günlere yenilgiler saçıyor... bu yüzden
ellerim durmadan uzaklara kaçıyor,gözlerim hep dağlara bakıyor.ben kentlerde
rehinken
firar ellerim!ellerim üç beş nöbetinde bir askerle kanyak çekiyor,gözlerim yorgun bir
gerillayla ufka bakıyor... aklımda diyarbakırlı bir kızın uzak vesıcak gözleri,havada
kar,gökyüzü aydınlığında bir çingene cüreti;yollarda aç köpekler,çatılarda ürkek
kuşlar üşüyor...bütün yaslı hayatlar n ansısızın bir sonbahar geçiyor...
içimde bir sonbahar kırık dökük vagonlar gibi...poyrazım sinmiş,yağmurum dinmiş
ve düşlerim darmadağın erken göçen kuşlar gibi.
hey kuşlar,daha dün kağıtdan uçaklar, gemiler yapan çocukluğum hangi cehenne
min dibine kaçıyor?kaçıyor! kaçtıkça daha çok görüyorum: ölülerin kanında,günlerin
meşru kıvamında illegal karmaşalar büyüyor...
bir şeyler büyüdükçe sicilim bozuluyor,şiirim deliriyor ve yurdumun toz duman
yollarında külhan kasaba şöförleri küfrederek,yarışarak gaza basıyor... bir dağ
bingöl'de oturmuş sessizce öbürüne bakıyor... yamacına bir çoban çömelmişde
yanlızlığına bir ateş yakıyor ve uzak bir istasyonda bir kaçak,bomboş bir
şimendiferde kurşunlanıp düşüyor!
insanlar küçüldükçe ölüm büyüyorve herkes seçmediği yasalarla ölüyor...
herkes ölüyor ve caddelerden bayat bir proleterya geçiyor;baka baka
eskittiğimiz,acıttığımız çağda bir guarnica; guarnica ağlıyor...
belki bu yüzden içimde çığlık çığlığa bir sonbahar acıyor
içimde bir sonbahar kışların kapısında yaprak döküyor...
bayat bir proleterya caddelerden,anılardan esneyerek geçiyor...oysa evvel zaman
takvimlerinde umuda gülümseyen sapsarı dişleriyle devrimdi onlar,gelecektiler!çıkıp
o sanrılardan hepsi bir yere gelecektiler.
şimdi çankırı,malatya yollarında,moskova'da,prag'da evlerinin camlarındaki ışıklı
buğular arkasında eski türkü gözleri... akıp geçmiş çabuk nehirler gibi.
eski türkü;şanlı proleterya ve müttefikleri(!)
proleterya ve şanlı müttefikleri,hala o alaturka çoşkularla kol kola aynı soluk
günlerindaracık evlerinde aynı bordurlarıyla,aynı avratlarıyla oturuyorlar ve dünyaya
çalınmış bir mahşer gibi bakıp,hala yeni yıllara aynı dişlerle gülümsüyorlar...
birde tedavülden kalkmış gencömrümüz;okyanusların unuttuğu kumsallar kadar
yanılmış,yanmış ve yanlız ömrümüz;'narodnikler,troçki,finans kapital,oligarşi(!)ve benim proleteryam: şimdi şiddet ekranlarında hülya avşarın kocaman göğüsleri...
kırıkkale ,tekirdağ yollarında eski halkım eski bir düşün devrimi gibi; halkım,hala
bir devrim düşü gibi toprak ve insan kokuyor...
belki bu yüzden içimde çığlık çığlığa bir sonbahar acıyor
içimde bir sonbahar kışların kapısında yaprak döküyor...
bir sonbahar:
o şimendiferde vurulan kaçağın yüzündeki korkular
kadar ölümlere acemi.bir sonbahar:
dallarında darmadağın savrulan yaprakların eceli...
hey sonbahar ,işte büyük aşklar , büyük düşler düşlar büyük ölüyor!
büyük aşklar , büyük düşler buruşuk çamaşırlar gibi yıllara seriliyor... uzaklıklar
gidiliyor, yakınlıklar biliniyor ve hep aynı tahakkümün özneleri ,onları paylaço yapıp
tarihin çöplüğünde gülüyor...gülüyor!
-artık kül oğlu kül'sün sen ;zül'sün zül
bu sözlerin üstüne bir çay geliyor;evet ,çay bile içiliyor bu sözlerin üstüne ve
belleğimden uğutularla,saralı imgelerle geçen bitmemiş bir şiir ankara'nın ortasında
mola veriyor.
aklımda hep self servis ömrüm... aklımda piç bir devrimin büyük
pankartları,çalınmış alanları,kirletilmiş anıları... aklımda hep vaat eden o bıçkın
şarkıları... aklımda kahraman yeminler,yenilmiş militanlarve aklımda diyarbakırlı bir
kızın uzak ve sıcak gözleri;hep uzak, ve sıcak kalacak gözleri...
belki bu yüzden içimde bir sonbahar acıyor; öyle acıyor ki acılar acısız
kalıyor;mevsimler üstüme devriliyor;mevsimler üstüme devriliyor kışlar kış'sız
kalıyor! devrimler öksüz,kalemim safsız kalıyor!
bizi zaman yeniyor aşklarım aşksız kalıyor...
bir sonbahar:açların mahkumların ve orospuların büyük yenişmişlikleri kadar eski.
bir guarnica acıttığımız eski çağın enkazında ağlıyor;ötede ter ve sidik kokan
barlarda eski yoldaşlar:
-heyy sesimize biraz daha alkol katalım
kaporası ödenmiş yitik bir devrim
ve bütün şaraplar için şarap açalım!
diyor... beyoğlu, sakarya,kordon barlarındaeski devrimcilerden caddelere simsiyah
bir hüzün sızıyor...
caddelere simsiyah yenilgiler sızıyor...ben burada kurşini bir göğe bakarak,
diyarbakırlı bir kızınsıcak ve uzak gözlerine akarak,varto'da niksar'da kederlerini
göz yaşlarınla öpen çocuklar için ağlıyor ve bağrıyorum:
-bu oyunda bütün replikler yalan
derken her yeri yasalar,namlular ,dublörler kuşatıyor! içimin sokaklarında evden
kaçmış çocuklar üşüyorlar...bir kemanın tiz sesinde günler sıtmalı,günler titreyerek
geçiyor... kızılay'da bir ayyaş ,nöbeti yanlış bir gündüzden devralmış gecenin
duvarlarına işiyor...kasaba hapisanelerinde mahkumlar aksırıyor,tütün kokuyor,esrar
çekiyor... pavyonlarda bir gülnihal,akarsuz sesiyle bir şarkı okuyor rast makamında..
ve yurdumun toz duman yollarında yanık bir bozlak...
sesim mi?
ulaşmıyor ağladığım dağlara
tütünün varmı dosttum ?
bir poryazdan geliyorumda...
yurdumun toz duman yollarında işçiler harç karıyor yükselen yapılarda;yük
abanmış bedene,can ölesiye tutunmuş tene :işçiler harç karıyor yükselen yapılarda.
yurdumun toz duman yollarında analar erişte kesiyor sofralarda 'bu gün bizde
yarın komşuda sıra.
yurdumun toz duman yollarında mahkumlar marş söylüyor
ranzalarda;hasret,kırık kanatlar gibi çöarepıpo düşüyor mazgallara
buyurdumun toz duman yollarında memurlar evrak yazıyor,dülgeler ağaç kesiyor
şairler şiir yazıyor,halim yurduma benziyor ...halim yurduma benziyor...
yurdumun toz duman yollarında,batık gemileri unutulmuş kumsallarıdabüyük
toprakların,büyük betonların kıyılarında babalar hevesle çocuk ekiyor yarınlara...
bir guarnica aynalarda ağlarken,yarınsız yarınlar bizim ;bu kışlar ,bu kanlar ,bu ölü
kırlangıçlar bizim...
(içimdeki sonbahar kışların kapısında can çekişerek ölüyor)
sonbahar öldü
her yüz bir anı bırakıp gitti
alkışlar methiyeler ,dosluklar bitti...
bilsem size bağrımı açar mıydım hiç
bu deniz benim olsaydı batar mıydım hiç
sonbahar öldü
devrimin yok evin yok sevgilim
ormanım yok dalım yok yeşilim
bir poyrazdan geliyorum;tütünüm yokgülüm yok
gökyüzü öldü... şahdamarım zonkluyor
şimdi yüzde yüz yanlız
ikikere ikinin dört ettiği kadar mağlubum
sabıkalıdır şiirim de şairi kadar
sonbahar bile öldü...ömrümde çalınmış mahşerler var,havada kar...önümde
gül demetleri,arkamda hançerler var!
sonbahar öldü...feodal figranlıklar için karnemi aldımve hiç kopya çekmedim
hayat oyununda sınıfta kaldım!eğrildim...artık eğrildim doğruluktan!
sonbahar öldü... kapattım dili geçmiş zamanlara açılan kapılarımı;artık
yolumda sadece kar varve kirlendi alnımın aklığı bahçem tarumar!
(o inkar eski inkar...)
yeni bir söz
eski bir göz
le anlatılmaz!
bir meneviş olmalı sözler
kesilip atılırken çiğnenmiş bahçelerde ağrıyan
karanfiller
ağrılarda söz olmalı
ve sözlerimiz yeni çağı kuşatmalıdır!
varsın yeni bir söz için eski bir göz ölsün
ölsün gecelerin ilmeğine suç ortağı çakallar
zamanın tortusunda kurutulan anılar
büzüşen yanlızlıklar
ve ihanete doymayan ihanet ölsün!
ben ise her denizde yeni bir liman için ölürüm
her deniz yeni limanlarla tükenir,ölür
geride
martılar
çığlıklarla
yeniden
yeniden hırçın sulara gömülür...
denizler kalabalıktır
akarsular ise yanlız,sefil durulur
ve titreyen eski çağlarda beyhude şafaklar ölür!
yeni bir söz için eski bir göz ölür
eski bir göz tanıdık rüğzgarlara savurur küllerini
ben bir okyanusa adamışsam sesimi
bütün limanlar ölür!
sonbahar öldü
biz gençliğimizle hiçbir yere varamadık
üşüdük
hep üşüdük
de birlikte hala ayrılmadık
oysa nereye gidersem
yanıma önce kendimi aldım
nereden dönersem
biraz dağınık kaldım
kıyılara vura vura hayatın
yosun tuttu düşlerim
aynaları kullanarak eskittim
eskidi gülüşlerim...
ben ömrümün rahlesinde yanlış yüzlerle aşındım baktım,çıldırdım işte isyana
ve inkara böyle taşındım!
ama bu eski inkar
bu sözler
bu yüzler eksik
ve eski
ve eski gülü sula,kanı yıka,toprağı öp,yolugeç;ağıdı,ölümü geç
suları,şarapları,salkatanatları...vardığın yerlerde cüzzamlı çağ
göreceksin!zemherilerde öğüttükçe şarkılarını,kendini yeniden,yeniden
keşedeceksin!
eski sonbahar öldü
şimdi yeni bir kışı'ım
bakarak uzaklara
verilmiş sözüm
kalmışım tuzaklara...
düşerken tuzaklara
haydi,sokağa fırla
yağmura bakam ,geçer
aldırma!
bir mezar kaz
üşüyen yalnızlığa
bir mezar
eskimiş ayrılığa...
ağarken uzaklara
geç yağmuru,ihaneti,külü geç!
her şeyi aş
ölüme ulaş
ölüme dalaş
artık kaçtığın yer kaçamadığın yerdir!
sonbahar öldü...son kez söylendi o eski sözler
şimdi dağlardan kopup tepeme çöken şu ürkek bulut
ve erzincan'ın saçaklarıbuz tutmuş dar,matemli evleri
bana nal seslerine özlemimi anlatır
devrilip giden ölü yılları anımsatır
ölü yıllar bana neler...neler anlatır
kalbimde bir vivaldi,bir sızı kalır...
oysa ben o balçıklarda izler bıraktım
yeni yağmurlarda,yollarda esamem okunmuyor
ki her yeni güz için yeni şarap açtım
yeni şarapların güzleri anılara uymuyor
yeni şarapların güzleri anılara uymuyor
yanlızlığım kuytularda soluyr,ah ,soluyor!
demek hep yanlış kadınlar için atmışım zarlarımı
ama atmışım!
ve hep yanlış yollara oynamışım ömrümün bütün kumarlarını...
yenilgiler kapımı ayaz mevsimini çaldı
kalbimde bir vivaldi,bir sızı kalır...
artık bu sözlerde olacağım...bu sözleri yazdığım yerlerde kalacağım ve bütün
yaslı hayatları toplayarak kışların ortasına;yaslanarak aşklarımın yasına,anıların
buğusunu öperek yazacağım...ğusunu öperek yazacağım...