Kibir güneşinde yanan gözlerim seni görmek isteyince
Büyüklük hastası bir insandır insanlık güneşini karartan
İç güzelliğini görmek istedimse kimsesizin aşına uzan demedim
Kin ne kadar uzun sürdürülürse ve o kadar saklanırsa
Öleceğini bilen kimsenin belirtisi nedir bilir misin?
Bilmiyorsan ben söyleyeyim barışmadır.
‘Barışın kenti Çanakkale' diyorsak kendi kendine yetemeyen kent oluşunuzdandır.
Çanakkale'de gezerken uyuşuk insanları görünce,
Ak saçlı aksakalı ihtiyar yanık yanık türkü söylerken,
Gökyüzünde martılar düğün yapıyordu.
Kimsesizleri aldattığına inananlar gibi
Ama bir gün zengin bir kuşun kendisini aldatacağını düşünmeden
Kimsesizleri aldatan iyilik yaptığını düşünse de şarkının üstüne bir yalan daha ekler
Martı gözlü sevgisiz aklıyla sevgi yüklü mavi gözle karşılaşınca
Isırgan otları girdi arama kan yasası şiirimi yazarken
Gelibolu dağlarında yürekleri titreten şarkı söylenirken
Eceabat iskelesinde yanan bir ışık birden kararıverdi
Sevda pınarında akan yüreğinde mum yanarken
Kemanım, udum, sazım aşkım, senfonim, oratoryam ağladı
İlkeldir insan, taştan tahtadan yapılmış Tanrı'ya inanır.
Ve sonunda o Tanrı yanıt vermezse bir gün gelir başı kesilir.
Çağdaş insan ise bir tek Tanrı'ya inanır,
Ve Ona boyun eğer.
İnsan güzelliğini görmek yıldızların ışığını yaymaya benzer,
İnsandır yaşlanan ama kibir ve taş yürektir genç kalan
Ey Şehitler Diyarı Çanakkale cennette güzel kızlar var sanma!
İnsan o güzel kızları bu dünyadan kendi götürür.
Onun için denilir ki büyük insan kimsenin aşına ekmeğine uzanmaz
Eğer uzanırsa o zaman insana boş kafalı denir.
Boş kafalı insanın inadı yeri göğü titretir,
Ama olgun insanın yüreği dünyayı aydınlatır.
O ne kadar ışık saçarsa dünya da o kadar aydınlanır
Gel seninle helalleşelim Çanakkale
Ben sana iç güzelliğimi vereyim
Sende elimden aldığın aşımı ekmeğimi geri ver
Geri ver ki Kuran içinde olsun
Ama senin yüreğin kararmış
Gidiyorum kendi kendine yetemeyen kentinizden
Kentleşemeyen ilçelerinizden, beldelerinizden, köylerinizden
Yine de diyorum ki, ne güzeldi aksakalı ihtiyarın kemanındaki ses ne güzeldi.
Ne güzeldi kiraz renginde doğan güneşin sofrası,
Ne güzeldi ağacın altındaki kurumuş sarı yaprak olmak,
Çıplak ağacın dalından süzülen güneş ne güzeldi.
Yalnızlık acısıyla dört duvarla konuşurken iki martı ile göz göze gelmek.
Senin yüreğin kararmış
Kimsesiz olmanın acımasından ağlamaklı bir sesle yaprak yere düşerken,
Ve ak saçlı aksakallı ihtiyarın ceviz ağacının gövdesine yaslanıp ağlıyordu.
Bir zamanların sevda yüklü gemisi sonsuza giderken,
Ankara çiğdemini düşünüyor ve yüreğimdeki oratoryoyu dinliyordum.
Gidiyorum ilinizden, gidiyorum
Elveda gözlerimde doğan güneş
Elveda o güneşin eşsiz Hızır sofrası
Elveda cevizin özündeki gerçekler
Elveda kiraz gözlerin yüreğinde gizlediği aşk elveda
Elveda aksakallı ak saçlı ihtiyarın beyninde gizlediği ışıklı yol elveda.
Mutsuz güneşin yanık türküleriyle ağlayan kimsesizler
Elveda Gelibolu'nun yüreğine doğan güneş
Elveda Çanakkale Şehitleri Oratoryası'nı inciten Çanakkale elveda
Suyun yere yavaş akmadığı kentten selam yolladım
Tuz, ekmek hakkını bilen mavi gözlerden
Bekle geliyorum diye
Kendi kendini yenen insanın sofrasından aş ekmek yesin diye
Ya yedi ya yemedi deli gönlüm ağlama gayri
Geliyorum bekle beni yeşil gözlüm gül gayri
Bekle yeşil gözlüm ak saçlım bekle ey!
Bu dünyanın ne tadı var ne de tuzu
Bu dünyanın ne ağlayanı var ne güleni yeşil gözlüm
Bu dünyanın ne vefalı insanı var ne de bilgesi
Yalnız kibirli insanı var, yalnız kendini düşünen insanı var
Bana yapılan hak etmediğim şeyleri toza yaza yaza geliyorum
Hakkımı hiç kimseye helal etmeden geliyorum yeşil gözlüm
Bu dünyanın kimsesizleri var, açları inim inim inliyorsa sevgilim
Onların günahı aydın geçinenlerin üzerine olsun! tc81haber