Çocukluk odamın duvarında bir resim gibi duran
Güneş vardı. Ve mezar taşım vardı,
Düşlerimi paylaşan, gülerek yeyip içen benimle.
Günboyu ustalığını ilerletirdi doğan
Ve gece bile sürerdi bu büyülü uğraş.
Tembel tembel yatardı dağlar bulutlu kamplarında
Ve bir güzel aktarırdı toprağı solucanlar.
Tunç et tunç bir susuzlukla kıpırdardı,
Ana kucağında yeni doğmuş bir bebek gibi
Yatardı elinin altında güneşin.
Ve o anlamsız demir ağırlıklar
Birdenbire küt diye düşen insanın üstüne
Bir yiğitlik ve yerini bilme duygusu verirdi bana salt.
Başları ezilmiş tavşanlar gördüğümde yollarda
Bilirdim Samanyolu'nun büyük çarkıyla döndüğümü.
Üstlerinde çiy gibi kan damlalarıyla dana başları sırıtırdı
Maskeler gibi tezgâhlarda ve dans ederlerdi güneş ve ay.
Sonra arkadaşım, içinden bir şey çıkarmak için
Kestikleri yüzü dikişler içinde,
Kaldırdı elini,
Gülümsedi bir yarı-komanın içinden,
Taştan bir tapınak gülümsemesi.
Ve ben de açtım ağzımı kutsamak için -
Ama sessizlik tıkandı boğazıma bir yumruk gibi.
Taştan bir hançer gibi, sert, kenarları çentikli,
Donup camlaşmış dilsiz bir lav topu:
Çığlık
Kendini kustu.