ı
senden evvel
bal yapmaz sarıca arılar misali
çiçek çiçek dolaşan
gönülden gönüle sızmaya çalışan
hercaî bir kişiydim
elimde asa sırtımda hırka
sevda çöllerinde
umutsuz aşkların gezgin dervişiydim
cümle âlem yar sinesinde
bense
pejmürde sağanaklar gibi
düzen tutmaz yersiz yurtsuz
yalnızlık saraylarının en sefil dilencisiydim
ıı
tövbekâr olmayı
kafama koymuştum
bıkmış, usanmış avarelikten yorulmuştum
bir gün
yamalı yüreğimdeki dergâhın kapılarını açtım
sen de benim gibi…
yuva arayan muhacir bir kuştun
uçtun, uçtun
bir ala şafakta
umutla gelip delişmen yalnızlığıma kondun
o günden beri malîhulyâm
sen benim…
kurtuluşum, ekmeğim, aşım
yeniden doğuşum oldun
ııı
henüz körpe bir filizdin
güneş ana kucağın deniz beşiğin
kırk ikindilerde yağan yaz yağmurlarını emdin
beyazlar içinde…
bir erik çiçeği gibi eflatun sürgünler verdin
büyüdün büyüdün…
doruklarında sevda kuşlarının tünediği…ulu bir çınara döndün
o günden beri malîhulyâm
sen benim…
mavim, yeşilim, ayım, güneşim
baharım, yazım, kışım oldun
ıv
aslında sen
yolunu kaybetmiş semavi bir periydin
gönlümün en müstesna tahtında oturan…
aşk mabedimin biricik dilberiydin
daha yaşarken bana cenneti gösterdin
benim için hayatın adı sendin
bu soluk sevdanın güllerine sen can verdin
âlemleri yakan…
aysız gecelerde yıldızlar gibi parlayan
o masmavi okyanus gözlerin…damla damla gözlerime akardı
aktıkça dünyalar benim olur
biçâre yüreğimde kızılca kıyametler kopardı
deliler gibi sana meftun olan ruhum
önce Allah'a sonra sana tapardı
sevinçten sevda kuşlarım kanat çırpar
kan kırmızı gelincikler ummana yelken açardı
seni görünce
başka varlığa dayanamayan güneş geceye durur
serçelerin nutku tutulur, sırrını dökerdi aynalar
salındıkça saçların fettan bir etek gibi
kandiller söner, buz dağları yanar
bahar yüzüne buseler kondurmak için yarışırdı rüzgârlar
sanki gönlümün semalarında dolaşan…
efkar bulutlarının arkasına gizlenmiş gün batımıydın
yakardı yalaz yalaz kızıllığın
adını anmak bile unuttururdu
bıçak gibi keskin soğukluğunu yalnızlığın
uğrak yeriydin uykusuz gecelerimin
ipek bir perde gibi sarardı kadife öpüşlerin
işveli rüzgârlara verir bedbaht anılarını geçmişin
titrek şafaklara kadar…
yudum yudum seni içerdim
içtikçe mest olur…yıldız yıldız düşlerime düşerdin
v
velhasıl malîhulyâm
sen benim
tarumar olmuş gönül bahçemin
en şuh ahusu, en içli duygusu, en nadide gülüydün
ıslak bir öpücük gibi
her yanıma yayılan sıcacık bir sevgi seliydin
ırmak oldun, deniz oldun
gürül gürül aktın kalbime doldun
o günden beri malîhulyâm
sen benim mehtabım, ışığım
sabahım, akşamım
ölümüm yaşamım oldun
vı
nasıl oldu bilemiyorum
azap meleklerinin yaptığı
kara bir büyü değildir de diyemiyorum
bir gün apansız
zümrüt yeşili
ipek tülbentlerle örtülü…en mahrem hülya bahçelerinden
simsiyah kefenlere sarıp
lâv dolu kör bir hicran kuyusuna attın beni
ne diyeyim…!
nasıl sitemler edeyim…! mabudem sana
bir avuç beyhude heves uğruna
tutsak düşüp şıpsevdi ruhuna
muamma gönül pazarlarında sattın beni
daha menzile ulaşıp kâm almadan
kara kaftanlar giyip
kurduğun bal mumu sehpalardan
özleminle yaralı acılar denizine ittin beni
sevdalı ıslak dudaklarından
hüzünlü bir veda öpücüğü bile kondurmadan
yaşanmamış en güzel düşleri alıp…şaşkın umutlarıma dokunmadan
ıssız köşelerde yapayalnız, sırılsıklam
hatıralarla baş başa bırakıp gittin beni
gittin de;
kızıl karanfilleri dalından koparılmış
eflatun leylâklar yerine…
hezarenler sarmış virane bir bahçe
aşk çıkmazında konacak dal arayan…
ateşler içinde yaralı bir serçe
kırdın kolum kanadım parça parça
artık iflâh olmam perme-perişan ettin beni
vıı
gidince sen;
dipsiz hüzünlere bürünen...kâinat çıktı şirazesinden
benim gibi o da yörüngesini arar
artık ne yaz gelir
ne de nazenin bahar
vuslata erinceye kadar…dört mevsim kara kış buralar
nerede ay? nerede yıldızlar?
neden denizler dalgasız
nehirler bu kadar hırçın akar?
alaca kanatlı kelebekler uçmaz da
içimde çığlık çığlığa martılar
niçin…! güneş doğmaz, yağmur yağmaz
her dem efsunlu saçlarını okşayan rüzgâr
dağların etekleriyle oynaşır da
sevdamın doruklarında ağlaşan hüzün bulutlarını dağıtmaz
niçin…! kül rengi gökkuşağının altında
dudağını sana sunmuş kızıl orkideler içli içli ağlarken
bu kıraç vadide…nazlı ceylanlar avcılardan kaçmaz
sevdalılar bir bir vurulurken…semalarında güvercinler uçmaz
vııı
reva mıdır yaptığın?
bak…!
yetim bıraktığın kırık dökük beyaz düşlerim
yıldızsız gecelerde lime lime soluyor
cehennem ateşi turuncu gözlerin
akkor olmuş içimde…alev alev yanıyor
gök kuşağı kirpiklerinin gölgesinde üşüyen ümitlerim
damla damla donuyor
sensizliğin hüznü kara bir sis gibi
dalga dalga kuşattıkça bedenimi
aşk acısıyla kıvranan yüreğim…pare pare ölüyor
ıx
sensizlik…
ruhumun derinliklerinde…şirpençeye dönüşmüş bir yara oldu
ab-ı hayat suyu kuruyan gönül bahçemde
ölümsüz sandığım bütün çiçekler sararıp soldu
yalnızlığın acısı mordu
ve sensiz yaşamak öyle hazin, öyle zordu ki
bir zamanlar senin için şaha kalkan
doru küheylân…şimdi anadan üryan
hezeyanlar içinde…
lanetler yağdırıp sensiz geçen zamana…tek tek yelelerini yoldu
x
sen…!
yanık yanık…kokladığım güllerde gizlenen
intizarı sadece beni tutmuş…dertli bir türkü müsün?
satır satır okudukça ruhumda filizlenen
azizelerin kutsamadığı lanetli bir öykü müsün?
yoksa an be an
makûs kaderimi çizen…
alnıma yazılmış ilâhî bir çizgi misin?
bilemiyorum…!
her neysen…
zaten,
istesem de silemem, söküp atamam
yüreğimde sevda güllerin…hâlâ sırılsıklam
xı
adını andıkça
yalnızlığın ayazında buz tutmuş…gamlı bir nehir ağlar
yangın yeri kalbimde kırık kırık
delice isyan eder boğazımda…
sukut-u hayale uğramış sessiz bir hıçkırık
'nerede sarılacak yıldırımlar arayan o şuh sarmaşık... nerede? '
xıı
sensiz geceler zulüm
yatak-yorgan çakıl taşı
sağa dönsem hüzün...sola dönsem hüzün
hiç çıkmıyorsun akılımdan
dört duvarda göz kapaklarıma mıhlanmış yüzün
zavallı dilimi susturmak ne mümkün...!
adını sayıklar geceler boyu sessiz sessiz
alışamadım yalnızlığa
yalnızlığın dudakları ne kadar da soğuk ve hissiz
keşke bir gölge olsa yanımda
gölgesi bile yok yalnızlığın…ölüm gibi kimsesiz
xııı
çok değil muradım;
tek başına kıvrılıp yattığım…
buza kesmiş ürperten gecelerde...bir avuç sıcak nefestir
oysa…!
vuslatınla yanıp tutuşan ruhumu esir almış yalnızlık
asmış çaresizliğin darağacına…çölünün soğuğunda tir tir titretir
çilekeş yüreğim bu gidişle
hazan düşmüş zindanında
yalnızlığın mor acısından başka
ne sevmeyi öğrenir, ne de sevilmeyi öğrenir
sen hiç…
ıhlamur buğusuna hasret
yuvasız bir serçe gördün mü?..hayal sokağında donmuş
gözbebeklerim ipek kanatlarında takılı
gelip…gönül pencerenin pervazına konmuş
sordun mu derdi nedir?
ne olursun…!
bir gece koynunda güneşi getir
salıver buzullar ülkesine...yalnızlık şakağından vurulsun
ne olursun…!
bir gece koynunda okyanusu getir
döküver aşkın kızıl çölüne...lâlezarımdaki yangınlar durulsun
yakma beni sakın ıpıslak ateşlerde
bir damla utangaç çiy olup düş...özlemler denizine
bol bol lacivert günahlar işle...gümüş rengi düşlerde
seni kıskanan yalnızlık perileri kudursun
xıv
ne olur…! malîhulyâm…
uçuk düşlerime hapsedip
geceden kaçan güneş misali…o mah yüzünü dönme bana
gel otur yine gönül sarayımın tahtına
biliyorum seni sevmek boynumun borcu amma;
boş hayaller kura kura
tutunarak yaşamak çok zor…
sadece serçe parmaktan yakalanmış bir umuda
hiç olmazsa rüyama gir bir gece
sızıver kapı aralığından…usulca el ayak çekilince
taş duvarlara baka baka
tepeden tırnağa kederler içinde
kundaklanmış bir yürekle
her akşam ağlamaklı bekletme…başım ellerimin arasında iç çeke çeke
hiç olmazsa çıkagel bir gece
giriver kapı aralığından…usulca el ayak çekilince
xv
hiç bu kadar üşümemişti yosun tutmuş gözlerim
nerede o ateş topu güneş gözlerin
her mevsimi kara kış sensizliğin
hiç bu kadar üşümemişti ellerim
ısıtmaya yetmiyor
gizli gizli avuçlarımda biriktirdiğim nefesin
nerede yaşamı okşadığın…seher yeli gibi yumuşacık ellerin
hiç bu kadar üşümemişti tenim
nerede aşkın nefhasını yayan
kül sıcağı şeker pembesi tenin
hiç bu kadar özlememiştim
güneşe hasret alaca şafaklar gibi
duman duman sana hasretim
ne olur…!
ya bir ırmak ol boynuma dolanıver gitsin
ya bir kelebek ol yüreğime konuver gitsin
ya da bir kiraz mevsimi…
kuşluk vakti geliver, geliver ki, bitsin…!
bitsin…! dudaklarımı kanata kanata
kırık kadehlerden yudumladığım…o ölümcül hasretin
ihanetin yüreği yoktur
Temmuz 1988-Nisan 1990, Ankara