Lokomotif öldürüyor izi, gümüştür iz,
Seriliyor menzile. Yenilip yutulacak gene de.
Koşması boşu boşuna.
Akşam karanlığında güzeldir boğulmuş tarlalar,
Şafak allayıp pullar rençperleri domuzlar gibi,
Hafifçe sallanarak kalın esvaplarında,
Smithfield'in beyaz kuleleri önlerinde,
Düşüncelerinde yağlı butlar ve kan.
Satırların ışıltısında yoktur merhamet,
Fısıldar kasabın giyotini: ”Bu nasıl, bu nasıl?”
Leğende ayrılır tavşan,
Bebek kafası bertaraf edilmiş, baharatla tahnitli,
Yüzülmüştür posttan ve insanlıktan.
Haydi yiyelim onu Eflatun'un plasentası misali,
Haydi yiyelim onu İsa gibi.
Bunlar önemli olan insanlardı –
Onların değirmi gözleri, dişleri, yüz ekşitmeleri
Şıkırdayan ve çıtırdayan bir çubukta, bir yılan taklidi.
Korkutmalı mıydı beni kobranın başlığı –
Gözündeki yalnızlık, arasından göğün sonsuzca
Kendisini geçirdiği dağların gözü?
Kan sıcağı ve kişiseldir dünya
Diyor şafak, kan kızarıklığıyla.
Son durak yoktur, sadece bavullar var
Ki aynı öz açılır kat kat bir elbise misali
Çıplak ve parlak, ceplerde dolu dolu arzular,
Fikirler ve biletler, kısa devreler ve katlanır aynalar.
Çılgınım ben, seslenir örümcek, sallayarak bir çok kolunu.
Ve gerçekte berbat bir şeydir,
Çoğalmıştır sineklerin gözlerinde.
Mavi çocuklar gibi vızıldarlar
Sonsuzluğun ağlarında,
Bir çok çubuğu olan bir ölüm tarafından
İple bağlanmıştır en sonunda.