Ben, çoğul yalnızlığı, göçebe sürgünlerin,
Ben, gün sonu tedirginliği, akşam sofralarının,
Ben, esmer sarmaşığı şu cangılın,
Ben, hüzün.
İki söz ararsında boğulmuş çığlığım uğuldar,
Sürgün rüzgârlar döverken bahçeleri,
Dişil bir ütopyadır ağladığım;
Gerçek boylamda kundaklanırken uç sürgünler.
Kanayan esmerliğimdir, ellerimde kalan hüzün.
Esmer gözlerimde saklı hayat;
Gülerken kaçıramadığım öteki balkon,
Öteki çiçek, mavimsi gri, başka bir şey;
Bulaşıveren, karışıveren, yedi veren el gibi,
Elde kalan gül kokusu, sevgilinin kendi gibi.
Saçlarımdaki rüzgârın kokusudur, üşüyen söz,
Akdeniz'e bulut bulut düşerken gökyüzünün sancısı;
Kıvranan, ötelenmiş sürgünlerin örselenmiş gözleridir,
Esmer bir çiçek açar ellerinde,
Kokusu bakışlarından gelir.
Bulaşıveren, karışıveren, yedi veren gül gibi,
Gül kokusunu özler, üşüyen söz;
Düştüyse esmer bir rüzgârın uğultusuna aklı,
Çıldırır sözsüz anlam, çıldırır suskun dil.
Üç noktadan sonra başlar asıl öykü;
Ürperir kalem,
Ürperir Akdeniz,
Esmer rüzgârları paklar mavisinde.
Kalemin düşürdüğü söz uçar,
Ses olur çarpar görünmez sınırlara,
Yankılanır sürgün dolu bahçelerde,
Bir esmer çiçek ölür,
Ben, ölürüm bir akşam sofrasında,
Ben hüzün,
Akdeniz olurum iki söz arası;
Kim bilir?