İstese de tükenemiyor insan;
Başlangıcını bilmediğim bir ömrün,
Son demleri geçiyor içimden.
Şu yaşlı gavur evi taze gelinliğimi bilir benim...
Altı kardeşin en küçüğünün geliniydim.
Gelinlik zor zanaat, neylersin
Gözümü karartmış sevda.
Dört çocuk kulağımda çift küpe gibiydi.
Altı kardeşin altısı da gitti bir gün.
İsmet Paşa haber salmış,
Zaman durmuş İnönü'nde, kan tutmuş zembereği.
Yoksul çarıkların karasında kanıyor savaş
Biz kaldık burda, altı kardeş karısı,
Altı elti, yirmi dokuz çocuk;
Otuz beş can, otuz beş açlık.
Açlık yavaş yavaş öldürüyor çocuk,
Ölümden ötesi tokluk köyü değil...
İnönü'ye gidenler hemen öldü,
Geride kalanlar yavaş yavaş...
Önce umutlar öldü,
Bakışlar karardı bir bir,
Sonra canlar... Sessizce ürkütmeden ölümü...
Açlık, kapanmayan gözümüzdü çocuk,
Açlık, cahilliğimiz,
Açlık, körlüğümüz,
Açlık, yavaş yavaş ölüşümüzdü.
Bir gün bir baş kuru soğan bulduk da,
Gülü gülüverdik a çocuk.
Bir baş kuru soğanı bölüştük altı elti,
Altı tencere kaynattık bir baş kuru soğanla.
İçine süpürge tohumu,
İçine yaban otu,
İçine bir baş kuru soğanın göz yaşlarını kattık,
Kalanların, gidenlerin herşeyini kattık çocuk...
Bir sofra kurduk, gözlere tokluk;
Çocuklar doydu, ışıdı.
Sanırsın bayram sofrası.
Kuş sütü de var...
Ben öyle zengin sofralara oturmadım ömrümce,
Tokluğun ışıltılı koynunda uyutmadım çocuklarımı.
O sofradaki kadar büyümedim bir daha...
Hayatı o günkü gibi sevmedim hiç...