Korsan gözlü aşk kölelerini kırbaçlıyor efendiler,
Elleri cehennem çığlığı,
Sesleri cennetten çıkma Tanrı,
Bakmayın siz,
Kanmayın, insan renkli oluşlarına,
“Gecenin bir karası,
Bir oyunu” deyin, hepsi bu.
İnsanoğlunun en eski,
İnsanoğlunun en vahşi,
İnsanoğlunun bilmem ne yaratık oğlu,
Olduğunun tablosu, tuvalde zaman.
Ay, şarabi bir kadeh gökyüzü sofrasında,
Dalında narçiçeği,
Düğünde gelin kuşağı,
Mutluluktan, değil, yüzünün
Nar taneleri gibi kızarması; utandığından.
Utandığından;
Aşkın ve paranın korsan gözlü kölelerinden,
Utandığından;
Efendinin kırbacına mum olanlardan,
Utandığından;
Bakışları boş, cepleri boş, dilleri nahoş
Çekirdek çitleyen başıboşlardan.
“Dokunulmuş, ötelenmiş ve damgalanmış et bedenler üzerine, kurulmuşken bu pazar; vampir erilliğini, zula tezgâhlarda besleyip, kanlı apış aralarıyla etik işeyenlerden…”
Olmuş bir nar gibi çatlıyor ay,
Yükleyip tanelerine aşk kırmızısını,
Yükleyip çekirdeğine insan özünü,
Ölüm yoluna düşüyor ay.
Dağılıyor taneleri, tan yerine ulaşana dek.
Mum sönene, dil gülene, cep dolana
İnsan yüreği onurluca sevene dek.
Bu topraklarda aşk yeşerip,
Irmaklarda sevda akana dek,
Gece gündüz eşitlenip yürekte,
Bir sabah, hep birlikte kalkana dek;
Dağılacak ay,
Dağılacak nar taneleri;
İnsan yüreğinde…