Taşkınken ahlar,
kanın çökertildiği
yuvarlak çeneli bir tren kazasıydım ben.
Alnımdan geçenlerin
ayak izleri,
alın yazımı deşti.
Bu yüzden,
parmağıma yüzük diye
bir cesedi büküp takmıştım.
Intikam,
vagonunu delik deşik etmişken.
Çatlak bir elin,
çatlayan bir sesle aynı
rükûya çekilmesi
inancımı kalbimden söküp,
astı...
Aniden.
Ve ben;
vejeteryan bir ölümün,
eylülde dökülen parçalarıydım.
Aşkı,
iştahı kesilen
bir
Neşterle
yalnız bıraktım.
Direnç,
yataktan fırladı,
gölgeler çamura battı,
takvimin ayağına bastım;
bir devleti betimlerken.
Kan güzeldi,
aktı,
yolu açık olacaktı yazacaklarımın.
Yer yarıldı,
içine anlam soktum
bacaklarımı birleştirdiğimde,
yer de bitişikti.
Yazacaklarım
kamburlaştı.
Üzerime ray kurdum,
tünel deşti.
Sırtımdan
içimden ağladıklarım çıktı;
kopmuş sağ kolumu tanımlarken...
titreyen bir dudak,
söylediklerimi sarsınca,
yıkılan dişlerimin
altında ezilenleri
yıkıyordum,
başsız cesetlerin
söylediklerimle hiç bir alakası yokken...
tokken,
ve açken...
rüyalarımın ışığını kıstım.
Bir el fenerinin gözlerine
baktım.
Bir süre hiçbir şeyi görmeden,
yüzümde biriken renkleri
büktüm.
beyaz bir toz,
yağarken sözlerinden.
Tüm yalanlarını beyaza boyayacak kadar,
vaktin olmuştu
bir sonrakini
ezip geçen düşüncelerini
tamamlarken,
kulaklarım uyuşmuştu,
ve duyacaklarım
acı çekerek ilerliyordu
bir doktor reçetesinden...