Gökyüzünü diktim eğri bir iğneyle
bir bahar sabahı mıydı
hatırlamıyorum
çıtırtılarını duyuyordum yaprakların
düş gibi dolaşıyordu bulutlar
çivit mavisi damarından çatlamıştı
önce saksıları doldurdu
sonra denizleri..
sarışın bir gülüş vardı yüzünüzde
yeni ağaran gün kadar uysal
nehirlerden geçtim, deltalardan
güneşle silkinen çiçeklerin arasından
herşeyleri toplamıştınız
kirlenen genç bir kızın düşleri gibi
naftalin kokulu sandıklara yığmıştınız..
ağaç kabuklarında yazılı sır
ölü bir şiirin artık atmayan damarıydı
buz beyazı yalnızlığı
bana ödül biçtiniz
ve ölüm diyordunuz
hani o günahsız melek..
ılık bir rüzgar
bir tabak şeftali
gül yanaklarından şerbet akıtan yaz gibi
sevimli kılıyordunuz
bense bir türlü alışamıyordum
kalkıp gidenlerin soğuk boşluğuna..
orada.. zaman suya değerken
fotoğraflarım çekiliyordu bir masada
geride birkaç anı, bir kaç renk bırakmam isteniyordu
oysa yıldızları çoktan söndürmüştü titreyen elleriniz
sonra yaban sürüleri gibi dağılıyordunuz
hırıltılarınız geliyordu
ıpıslak kalkıyordum geceye, ter içinde..
yine de birşeylerden kaçmayı
yediremiyordum kendime
dingin bir gölden, habersizce su içen ceylan gibi
duruyordum tam karşınızda
vahşi yüzlerinizi görmemek için
açmıyordum ışıkları
karanlık bütün savaşların tanığıydım
ve öylesine yorgundum ki
koşamıyordum peşlerinizden