Bu, adına yalnızlık diyemeyeceğim bir sessizliğin öyküsü. Çünkü hiç bir yalnızlık meleklerden uzak değildir...
Sana yazdıklarımdan derleyip toparlayabileceğim en büyük hediye ne olurdu bilemiyorum. Var olduğuna inandığım ve bunca nefestir peşinden koştuğum sen, her defasında karşıma çıktığını sandığım bir efsanesin. Bir insana hediye edilebilecek çok şey vardır belki ama bir efsaneye verilebilecek en güzel hediye galiba bir ömür olurdu. Yani sana adadığım bu yalnızlık hikayesi; koca bir ömür...
Bu yalnızlık hikayesinin neresinde meleklerin olduğunu, nerede yıldızlar yakalamam gerektiği ya da onları gökyüzümün neresine yerleştirebileceğimi henüz tam olarak kestirebilmiş değilim. Bildiğim şey hayatımın her dakikasını seni düşünerek geçirdiğim, ki bu da bütün nefeslerimi sana adadığım anlamına geliyor...
Umutlar kimi zaman bir yol kenarında karşımıza çıkarlar, kimi zaman ise deniz ortasında ıssız bir adada. Hiç bir ıssız ada ise ıssız sanıldığı kadar ıssız değildir oysa. Melekler vardır o adaya ada olma özelliğini bahşeden...
Sularla çevrili bir hayatın her damlasında bir yalnızlık şarkısı söylenir durur. Her dudaktan ayrı nameler ve ayrı sözcüklerle çıkar kimi zaman, bazen en bilindik sözler milyonlarca ağızdan milyonlarca yürekten aynı anda çıkıverir...
Her yalnızlığa bir damla su, her damla suya bir şeker tanesi gerekir. Aksi halde bu hayata dağıtılmış zehir zerrelerine derman bulunmaz muhakkak...
Şimdi yine düşünüyorum avuçlarımızdan geçen onca dünya malından sonra şu anda avuçlarımızı açtığımızda içlerinde ne var acaba. Mutlak bir yalnızlığın anatomisi elbette. O yalnızlığı yalnızlık yapan şey nedir? Bir buruk tebessüm anında çekilip yıldızlara gönderilen fotoğraflarımız olsa gerek...
Belki bir gün o albümdeki buruk tebessümlerimiz yitik anlamlarını bulurlar ve biz de onlara ait oldukları şükran borcumuzu öderiz...
Buruk tebessümlerimin, yitik anlamı; dilerim tebessümlerim nefes alırken seni bulur...