Sessiz bir yalnızlığın aptal bir suskunluğundayım. Gecelerin geçmesine sebebiyet bir durgunluk var üzerimde. Belki senden kaynaklı bir sancı, belki de gözlerimde dolmuş ama akmaya üşenen tembel göz yaşlarımda bir sızı…
Ellerini tutmak kadar içten bir sevgiyle sezişlerimi suluyorum. Gönül bahçesi dediğim bu kıraç topraklarda gül açmamış uzun bir zaman aralığı. Her şeyi bir kenara bırakıp attığım ve unuttuğum onca hatıranın içinde acıtanları birer birer yolup attığım bir dehliz. İşte hepsi bu…
Ne anlatırsa anlatsın yüreğimin derinliklerinde bir sızı. Her sızının arasında yalnızlığa atılmış aptal bir demir gibi suskun. Her şey zamana inat bir durgun göl misali. Akmaya başlayamamış nehirler gibi durgunum, konuşmaya üşenmiş bir ahraz kadarsa yorgun.
Seslenişlerimi hakir görme ne olur. Sustuğum müddetçe içimde yangınlar depreşecek biliyorum…
Ellerim suskun birer sandal olacak bu durgun göl üzerinde. Yüreğimde bu suyu bulandıracak tek balık. Sana susadığımı biliyorum yıllar boyu. Belki de asırlar süren aptal bir heyecan arayışı içinde kaybettiğim yılları arıyordum. Ama her neyse o aradığım şey içinde mutlaka sen olmalıydın…
Bu gecenin sessizliğini bozacak olan şeyin senin sesin olması ya da telefona bırakılmış birkaç çağrı…
İşte bütün yalnızlığımı silip süpüren bir hayal…
Al hayalleri öp de başına koy. Nerede kaldı kırılmamış bir yudum hayal acaba…
Onu bunu bilmeyen ve yalnızlığından ödün vermeyen aptal bir yazarın sesli sessiz haykırışlarından çıkmış birkaç mısra hepsi:
“Yalnızlığıma attığım demiri çekiyorum
Senin sularında tükenecek bir ömre akacağım az sonra
Belki ölüm olacak
Belki de yaşam kaynağı
Güneş gibi
Su gibi muhtaç olacak ellerim dudaklarına…”
Hepsi bu işte…
Yalnızlığın ardından ürkütücü bir sessizliğin içinden çıkan bir kuşun çırpınışları ve Azrail'in elinden kurtulmuş bir tebessüm…
Sende başlayarak sende bitmesini dilediğim bu rüyayı sonsuzluğa götürecek bu gemi kalksın artık…
.