Uzaktaki sık ormanda yolunu yitirerek
geldi asker. Sözcüğün tam anlamıyla bitkindi
ve düştü sonra sarmaşıklarla ırmağın tüylere bürünmüş
büyük tanrısının ayakları yanındaki yapraklara:
bu yabanıl ormanda
yalnızdı dünyasıyla
henüz ortaya çıkmamış.
Okyanustan doğmuş
bu yabancı askere baktı O.
Gözlerine, kanlı sakalına,
kılıcına, zırhının
siyah parıltısına baktı, yorgunluk
bu katil çocuk başına
bir sis gibi çöktü.
Ne çok karanlık bölge
doğması için tüy tanrısının
ve bükmesi için hacmini ormanlar üstünde,
gül kızılı kayalar üstünde,
ne çok karışıklık bu çılgın suyun
ve yabansı gece, henüz doğmamış ışıktan yapılma
taşkın nehir yatağı, yaşayan canlıların şiddetli mayası,
yıkım, bereketliliğin unu ve yanı sıra düzen,
bitkinin ve melezlerin düzeni,
oyulmuş kayaların yükselişi,
dinsel tören lambalarının dumanı,
dünyanın insana sunduğu temel,
kavimlerin yerleşmesi,
dünyasal tanrıların mahkeme kürsüsü.
Bütün taşların pulu titredi,
ve Tanrı korkunun düştüğünü duyumsadı
böceklerin işgali gibi,
topladı tüm gücünü,
yağmur köklere işlemesin diye bıraktı,
yeryüzünün dalgalarıyla konuştu,
ataletten yapılmış giyitindeki
kara tanrıyla, kozmik taş,
ve ne pençelerini ne de dişlerini kımıldattı,
ne ırmakları ne de depremi,
ne de ülkenin kubbesinde vınlayan göktaşlarını,
ve orda kaldı O, kımıldatılamaz taş ve sessizlik,
uyurken Cordoba'lı Beltran.