Atmosferle caddeler arasında boş bir ağ gibi
ileri geri salındım durdum havada
ve yaklaşıp ilkbaharla mısırbaşağı arasında,
ve uzaklaşarak sonbaharın gelişiyle
serpilmiş yaprak sikkelerinden
en büyük sevdaya benzeyen o şeyin
bize sunduğu uzun parmaklı bir ay gibi
düşen bir eldivenin içindeymiş gibi.
(Bedenin çiğ havasında
yaşayan parıltının günleri: çelik dönüştü
asidin sessizliğine:
geceler bölündü en son mısır ununa kadar:
gelinlik anayurdun saldırgan gündönümleri.)
Beni kemanlar arasında bekleyen biri
sarmalını, bütün solgun kükürt renkli
yapraklardan daha derine batıran
gömülmüş bir kuleye benzeyen bir dünya buldu:
hatta daha derine, aşağı yerbilimin altınına;
göktaşlarıyla karışlanmış bir kılınç gibi
batırdım hiddetli ve kibar elimi,
yeryüzünün bu en dahiyane derinine.
İndirdim bu alnı dalga diplerine,
o kükürt ekşisi huzurda sanki bir damla buldum,
ve melez gibi, yaseminlere döndüm geriye
bitkin insansı ilkbaharda.