Nasıl da yuvarlanırsın anneliğin içine ve onaylarsın
sıklıkla ölümcül olan gramlı karanlık asidini?
Güllerin geleceği geldi! Ağın
ve yıldırımın zamanı! Şiddetli beslenmiş
yaprakların uysal duaları!
Ilımlı olmayan bir ırmak
çağlayıp odaların ve kıvrımların arasından
uyandırır tutkuları ve acıları
ağır sıvısıyla ve gözyaşlarından taşkınıyla.
Bazı kemikleri, bazı elleri,
bazı denizci giysilerini şenelten
beklenmeyen bir mevsim hakkında konuşurum.
Ve onun ışıltısı değiştirir gülleri
ve onlara ekmek verir ve taş ve çiy,
ey karanlık anne, gel,
sol elinde bir maskeyle
ve kolların hıçkırıklarla dolu.
İsterim ki kimsenin ölmediği bu dehlizlerden
geçesin, balıksız bir denizin arasından,
pulsuz, gemi batışlarının olmadığı,
adımsız bir otelin arasından,
dumansız bir tünelin arasından.
Senin için kimsenin doğmadığı bu dünya belirlenmiş,
orada ne ölü çelenkler bulunur
ne de dölyatağı çiçekleri,
senindir bu gezegen, deriyle ve taşla dolu.
Orada bütün hayatlar için gölge var.
Sütten ve kandan binaların dolaşımı var
ve yeşil havadan kuleler.
Duvarlarda sessizlik var
ve rüzgârdan toynaklarıyla büyük solgun inekler.
Rüzgâr var orada, böylece durabilir
diş çenede, ve dudak dudak üzerinde,
böylece konuşabilir ağzın ölmeksizin,
ve kanın boş yere dökülmeyecek.
Ey karanlık anne, yaralarsın beni
yürekteki on bıçakla,
bu tarafa doğru, o aydınlık zamana doğru,
o külsüz ilkbahara doğru.
Bağır yüreğimde, ezene dek
onun siyah kerestesini, kandan
ve taşkın saçtan bir harita
lekeleyene dek delikleri ve gölgeyi,
vur ona, ağlayana dek camları,
eriyene dek iğneleri.
Parmakları var kanın,
ve kazıyor tünelleri toprağın altında.