Bu sabah
Tüm ilkelliğiyle mozaikten bir yaşam kuruluyor
Çok elli, çok ayaklı tanrı Siva'nın adına
Sağrıları
Doğurganlığı belirleyen bir kadın hayasızlığında
Çamur içinde buz kesmiş
Ağır kara gözleri
Ve ilkbaharın kutsal laneti
Çiçek açmış ağaçların üstünde durdu
Dağılan her şeyin mayasında
Tütün sarısı doğadan, parlak kırmızı elmaya dek
Bu amansız korku
Kurt ile gece geyiğinin yürek atışlarına oturdu
Yaşlı sedef yüzünü kaldırdı tanrı Siva
Sadaka için uzattı bin kolunu
Önce davranış, sonra söz, sonra küstahlıkla
Hafifçe kımıldadı içinin kızgın otu
Hızla geçen bir şimşek içinde
Fırlayıp atılan zamandan
Kimseden tiksenmeyen, yüksünmeyen, nefret etmeyen
Ama kimseyi sevmeyen
Gözleri kapalı uysal koyun ruhları seçti önce
Ağzına görüntüleri, ardından yaşamı tıktı
Aç doyumsuz bedenine seviyi
Kocaman bir ökseydi o
Yuda'nın öpüşü
Özgürlük sürme gibi çekilsin gözlerine
Elmas gibi sert ve durmadan kıvılcımlanan
Sağlam yürekli dağ adamları
Güçlü bacaklarıyla karnına tırmandılar
O sefil bencilliğiyle yetinen kara korku tanrısına
Topuklarıyla ilk damgayı vurdular
Öncülük görevi ağırdır ama özveri taşımaz
Nişanlı kız gibi saklandığı yerden vurur alevi
Anamızı çıplak gördüğümüzde
Nasıl kutsal bir utançla kapatırsak gözlerimizi
Öylesine çektiler sözcüklerin kapılarını
Gururlu kaktüstü sanki, çiçeği yedi yılda bir
Bir gecelik açan
Hem kısır hem acımasız
Kımıldanan insan yüreğine
Su verdiler
Artık ateş sarısı renginde bu kanlı bahar
Tek sorumlu kişi, tek başına kalsa da, pusatsız
Haklılığın uykusundan silkeler hepsini
Ne yaptığını bilen sevginin taşkınlığıyla
Ağır üzüm şarabını sunar gibi
Yeniden dirilişi bir anda boşaltır
Aç bir korku sıçrıyor
Uçurumun ağzından aşağı bakan insanda
Üstüste ölüler, kımıltısız
Yukarı bir martı sıçrıyor
Kanla birlikte anlam
Zorba ve doyumsuz uygarlık
Bulaşmış gagasına