Toprak anladı beni, ölüler ve diriler
Köstebekler hüzünle gülümsüyor derinde
Ruhumu aldatıyor yüzün diye periler
Uzak bir seyyarenin karanlığında kaldın
Yoksa bir Hint fakiri miyim hecelerinde
Sinemde su yangını, saman yolunda adın
İlk harfi yazdığımda yollarındaki izler
Dumanlı bir İstanbul getirdiler öteden
Fotoğraflarında mı gizleniyor denizler
Mor dikenler büyüdü şakaklarımda bile
Hatıralar yurdunun o uzak mabedinden
Bir sen gelmedin; geldi gidenler sevda ile
Ovalardan, dağların arasından bivefa
O pervasız, buyurgan gözlerindir süzülen
Bilemezsin, her sabah umudumla kaç defa
Çiğdem gibi büyüttüm bembeyaz ellerini
Yaralı bir kartalım doruklarda büzülen
Atlılar kuşatıyor kirpiklerinden beni
Ne yana dönsem siyah, sessiz, bitkin ve ırak
Kalbe dokunduğunda her akşamüstü ölüm
Kırıldı hüzne karşı taşıdığım son mızrak
Meçhul bir mimar yıktı içimin sarayını
Gözlerine bakınca geceye küstü ölüm
Göğümden aldı bahar güneşini, ayını
Ey üzgün yalnızlığım, sineme bir baksana
Ne münzevi bir kaygı, ne de mahrem bir resim
Kaç zavallı dilenci elini açmış sana
Omuzlarımda mağrur bir devin ağırlığı
Aynaları arıyor yokluğunda adresim
Kim duyar bir fanusun içindeki çığlığı
Çöl kuşları geliyor, fırtına bedesteni
Hatıranı bir rüya sandığında saklarım
Atlılar kuşatıyor tenhalarında beni
Yüzünden artakalan bir muamma, bir zindan
Kapının eşiğinde kıvranan ayaklarım
Bir işaret bekliyor sisli bakışlarından