Sensizlik zor...
Geceleri uyku tutmuyor,
sabahlarsa çok uzaklarda.
Karanlığın içine uzanıyor ellerim.
Ellerimi geri çektiğimde,
sana yazılmış şiirler buluyorum,
avuçlarımda...
Yıldızlarla sohbet ediyorum,
o gelmeyen sabahlarda.
Gecenin rengi bozulmaya,
aydınlıklar, karanlıkları
kovmaya başladığında,
çıkıyorum mahpushanemden.
Seher vaktinde esen rüzgarlarla,
şarkılar şiirler eşliğinde,
sana selamlar yolluyorum.
Ancak sevgim,
selamlarımın önünde
düşüyorlar yollara...
İlk kuşlar ötmeye başlayınca,
sensiz geceler yetmezmiş gibi,
sensiz güne bürünüyorum.
Kuşlar her ötüşünde,
senin adını sayıklıyor;
renklerini ilk ışıklarla belli eden asmagüller,
sensizlikten boynunu büküyor.
Tıpkı, umutsuz gönlüm gibi.
Sevdam, özlemlerim, çilelerim gönlüme yük;
ayrılık derdinden boynum bülkük,
üstüm, başım dökük,
saçlarım karmankarışık,
halim perperişan
düşüyorum kalabalık kentin
ıssız sokaklarına...
Tıpkı zavallı gönlüm gibi.....
Güneş firar etmek için
sıradağların ardına saklanırken,
sana sevda şiirleri yazdığım tepeye geliyorum.
Yazgıya, yaşama;
üzgün, kırgın, bezgin, kızgın,
alabildiğine bozgun..
Güneş mavinin ardında yok olurken,
hüzün cümbüşü başlıyor yeniden.
Bulutlar sevda rengi alevler içinde yanıyor.
Seher yellerinin has kardeşi,
akşam rüzgarı esmeye başlıyor hafiften.
Güneşin gittiği yere dikiliyor gözlerim.
Her akşam o yerden,
o güneşin yok olduğu maviden
el sallıyorum tekrar, tekrar..
Batan güneşe değil sevdiğim salladığım eller...
Bilirim, günbatımını seversin,
el salladığım sensin..
Neden böyleyim?
'Sevgimden, sevdamdan' diyeceksin,
' vuslata eremediğimden,
hüznümden, umudun gidişinden..'
diyeceksin değil mi?
Bunlar benim de bildiklerim,
onun için sen sus,
bir şey söyleme;
sus sevdiğim,
sen söyleme...