Bulutlar geliyor karşıdan koşarcasına;
kararmış bulutlar, yanık bulutlar...
Gönlümden sel olup taşarcasına,
gurbet yollarından dönmüş bulutlar...
Hüzünlerle çile yüklenmiş,
umuttan yana sisli bulutlar.
Şafak vaktinde üç kere, beş kere öpüp,
güllerden bir demet yapmıştım avuçlarımda.
Ne yazık ki ne söyleyebildim,
ne de bir yol bulup gönderebildim sana.
Derdiğim güller yerlere düştü,
sevincim mum alevi gibi söndü,
gül bahçesinden ayrıldığımda..
Baktım ki o an,
çalı dikenli karanlık bir yoldu
uzanan karşımda.
Hiç birşey düşünmeden saptım o yola...
Üstüm başım berbat,
saçlarım darmandağınık,
pabuçlarım yırtık,
ellerim kan içinde,
yürüyordum usul, usul zorluklarla.
Yorgundum, soluksuzlanmıştım.
Artık nice şeylerden geçmiştim,
bir damla suydu isteğim..
Ne yazık ki bir çeşme bulup, içememiştim...
Sonbaharın rengi gibi,
sapsarı çilelerle doluydu ömrümün kalan yolu.
Gönlümün kızaran semalarında;
yalnız bugün değil, dün de olduğu gibi,
sevdama kasteden tayfunlar esmekteydi.
Derdin bana
'gelmek için binbir yol var'
var, tabi ki var, var da;
töreler gibi engeller de var o yollarda...
Sen kış günümde açan,
kardelenim bile olamazdın sevdaçiçeğim.
Oysa ben yaşların zehir olsa da,
gözlerinden 'çarem' der içerdim.
Duyar mısın feryatlarımı yağmur gözlüm?
Bu dünyada değil, öte tarafta da,
biriciğim, tek eşim sensin,
sen kalacaksın..
Ben sana gelemiyorken,
derdiğim gülleri bile
sana gönderemiyorken;
kararmış, çileler yüklü,
umudu sönük, sisli bulutlar
gelmekte üzerime, üzerime...
Her şeye rağmen,
sen gene sus,
sus bekle beni...
Birşey deme,
bozma hayallerini,
yitirme düşlerini..
Yazgıya ne birşey sor,
ne de söyle...
Sus sen, sen söyleme...