sonbaharın hüznü sarınca ağaçları
yapraklar soluğu dipte arar
bir bahar seliyle düşmüştü kırağı
gölgelerin adımlarında umut
kırıldıkça büyür gül kokusu
gül rengine boyanır gözlerin feri
bulutlar duyar serçenin yüreğini
durakta bekleyen kuş
nasıl ürküp kaçıyorsa kaçıyordu
tepeden tırnağa kıvrılarak akıyordu yalnızlık
...
kızıl ateş şarkı söyleyince
saplar bağrına dikeni
kanatarak matem rengine bürünür
parçalı düş, kırık ayna, yalnızlığa çıkar adalar
gidiş durur tabakta
yürekte gözyaşıyla büyüyen peygamber çiçeği
ruhu sarmıştı bulutlar
ayrılık çoğaltır yalnızlığı
beyazdır el, erir aynalarda yanan mumda
küllerinden doğmak için
bir enkazın dibine birikmiş mağma gibi
erimeliydi acılar
bir kelebeğin yükselişiyle kan ferahlar
...
göğün perdesi açılır, gecenin yıldızlarını yakarda gözlerim
rûh vuslatıyla yüreğime damlar yıldızlar
yıldızlara bakarken küllenirim
gözlerim bir gonca gibi açılıp
kalbimden kirpiklerim tuvale damlayarak
resmederdi güneşi
ikibinondokuz