Gri bir kentin yalnızlığında
Bir adam kaybolur
Zamanın kadranları hafif rampalı
Uçarı sisler taş döşüyor yoluma
Yalnızlığıyla bir martı konuşuyor
Konuşuyor kelebek en uçarı yanıyla
Ben bir kentin delisi divanesi olsam da
Bir sevgili uğruna harcadım nefesimi
Ayrılık bir bahane beni yeniden vurur
Yedi yerden yedi kol şamdanlar tutan eller
Bir adam kaybolunca kentin yalnızlığında
Bir sevda benimkisi bir ıztırap öyküsü
Kimileyin hercai verem tüküren sokak
Kimi bir serzenişin içinde küflü tüfek
Binbir kapı ardında sükûtum sır gemisi
Beni her gün yeniden doğuran bir yanım yok
İncelmek bahanesi, katran kadar karayım
Kemiklerim kırılır üstüme kapanınca
Adı olmayan parkın incecik tel örgüsü
Sayıklayan her yanım teneşir tahtasında
Bir mektep macerası dillerde anı oldu
Kimi yazdı, bulandı muhayyilesi
Kimi sanal izledi ayrıntısız aynadan
Ben kimliksiz ve cani
Kustum kemiklerimi borazan çarşısında
Bu kentin yalnızlığı bir adamı yutardı
Akrep bile paslanır çekmese silahını
Ayrılık ayrılık daralan nefes gibi
Benim gibi bir istanbul destanı
Kim bölmedi ki beni orta yerimden
Her sabah taze kanla beynimde şark çıbanı
Kentin dirisi de bahâne
Sırtımda heybemden kalan yara
Ve ellerim sabun kokulu pınar başlarından
Giysilerimde neftalin, yılların yorgunluğu
Ey bu kentin kaçkını toprak
Yağmurlardan sonra söyle nerdesin?
Bu şehir ki nabzını tutar adamın
Benim gibi bir istanbul destanı
Hayli kalabalık bir mağara resmi çiziyorum
Gökdelenlerin parlak taşlarına
Her akşam çizdiğim resim
Her sabah uyanınca silinmiş görüyorum
Senin hamurunu kim yoğurdu be hey şaşkın?
Kim üfledi tenine iki yüzlü hayatı?
Diriltince her sabah beni sarsan sokaklar
Kalıplaşmış balmumu, asık suratlı yüzler
Çıkınımdan dökülen harfler ve kelimeler
Bu şehrin, bu kentin sonra bu metropolün
Rüzgarın esmediği bu giz
Bu sır kapılarının kapanmadığı
Ar meleklerinin kulaklarına üflemediği
Meydanın ta orta yerine dökülecekler
Bir uçtan dökülecek, bir uçtan kaybolacaklar
Beni bir daha vuracaklar ellerimin kınasıyla
Durdukları yerde toplayacaklar ihanetleri
Tenlerinde sır olmuş boncuk boncuk terleri
Çırılçıplak bir gerçeği
Bir hesap cetveline, bir banka defterine
Takas edecekler
Örnek bir mahallede hayatımı okudum
Bir delisi bir velisi
Bilemedim hangisi
Ellerimi yontan karayazgılı sultan
Ol meyhaneden geçince
Sıla özlemim bitti aşufte dakikalar
Bir rüyayı mürselinde iki düşüm bir oldu
Bin okudum biri yazdım ellerim yana düştü
Gül yarası kazıldı taş yürekli göğsüme
Bir sokağın başında astılar düşlerimi
Bir diriliş erinden bade içtim bilmeden
Deliren bir yanım var kapılar kapanınca
Çerçevelerini söküyorlar gündüzün
Çalmasam kapıları beni hain sanırlar
Her çaldığım kapıdan kovulduğum doğrudur
Kapılarımı çaldı güleç yüzlü bir adam
Bana gökten sunulmuş bir dolunay getirdi
Yüzün efendileri, çağırın beri geleyim
Her kardelen asi ve mağrur
İmtiyazı kendinden bir metropol azizi
Bıçkınlığını bir saraya değişti
Koptum tanelerinden tesbihin
Bir güzelin ardına düşürdüm fiyatımı
Ben ki hançerleri kor gibi ışıtan
Taş sokaklardan geçerim
Ayağım tere batmaz
Paklanmış bir ustanın kadehine uzanan
Nar şerbeti içtikçe sayıklarım
Kaldırın cenazemi ve vurun beni
Acımayın
Çün acımadım leylak kokulu nimpalara
Sakındım defterlerin paslı mürekkebinden
Sakındım bir aşığın inleyen tellerinden
Bir denizin mavisi gözlerime ne yapar ?
Kim ayıklar içimden irinleşmiş boncuğu ?
Saray odalarında züleyha gözyaşları
Yusuf'un gömleğine kan diye bulaşınca
Ezberinde ayetler incinip yere düşer
Hayır zindanları arşınladığım yalan
Gözlerime mil çeken ifritler yalan
'Gözlerim gözlerine değdiği zamanAcemisi olduk mevsimlerin
Sabah sunduğun karanfiller
Henüz akşam oldu, soldular
Senin sılanın adı bana uzak bir diyâr
Kimliğim yaftalandı, senin için ölürüm
Varsın aşkın içinde ölümüm saklı kalsın
Pişmanlık para etmez hülyalı bakışlardan
İlk mektubun acısı beni bana bıraktı
Dostların hatırını koyverdim dimağımdan
Varsın çöllerde gezen bir mecnunun olayım
Bengisu vahaları varsın serabım olsun
Olsun bir deli kısrak, ardında şahlanayım
Şahdamarım bir kıldır istanbul bana uzak
Çağıldayan ol şarın kenarına vardım
Her dergâhın çitleri mühürlü
Dervişlerin yürekleri kalpazan
Medyanın kirli eli uzun bir sırık gibi
Batıyor gül açan goncanın sinesine
Her taraf ucuz et pazarı her taraf kan
Balmumundan yapılmış silahların namlusu
Nurdan şuleler giymiş garip hırçın adamlar
Saçtılar efsunları sinekli bataklara
Şahlanan nefislerin azgın dudaklarına
Bir kibrit çaktılar ben havalandım
Düşevardım şahlar şahının eteklerine
Bir yandan boyandı kitabımın kapağı
Bir yandan sular içtim bengisu pınarından
Şemsiyeler açtılar yağmur vurmasın diye
Ben yağmuru severdim ıslanmak bahânesi
Damlalardan kaçmadım adım arsıza çıktı
Duydular feryadımı, türküler imdadıma
Kokulu reçeteler sindi kitaplıklara
İstanbul uzak bana içimde bin istanbul
Ne yâr kaldı orada ne takat omuzlarda
Her şiirin tadı başka başka olsa da
Serin akşamlarında ben derdi avuçladım
Ol şarın sakinleri beni derde bıraktı
Hem şahımı unuttum hem kaybettim yârimi
Sıcak bir somun oldum
Lokmalar... bölüşmeler...
Silinince sultanın yüzsüz bezirgânları
Ben düştümse düştüm, kalktımsa kalktım
Benim gibi bir istanbul destanı