aşikâre,
söylenmeyen şeyler vardı,
aramızda.
hani kenetlenirdi de,
ağız,
yıldız kaymışcasına,
yalayıp geçerdi ya,
gözlerini.
öylece dillendirirdi ya,
bakışlarım,
anlayamadıklarını.
o kara yağız,
düşüncelerdeki pervasızlık,
dil ucunda,
pek ağırbaşlı oluyordu,
Sitare,
ya da zincirleniyordu,
akıl neferlerince..
yüz bir pare,
top atışı mı gerekirdi,
duyurmaya bir şeyleri?
hiç görmedin mi,
gözlerinde patlattığım,
maytapların parıltılarını?
“göz okumayı bilmem ki? ”
diyorsun.
anlıyorum Sitare,
anlıyorum.
cam gerisinden,
kaktüsü bile menekşe görürdün de,
papatyayı papatya,
gülü gül görmezdin hiç.
ya ne görürdün,
bana baktığında?
- biçare ha?
bak ki kadere,
“en uzaklarda bir yıldız”
demiştin bir gün,
sormuştum da adını.
kadınca güzelliğine dalıp,
yürekce yaklaşırken sana,
usulca,
sen,
adınca,
ve doludizgin uzaklaşırdın,
ay olmayı,
yıldız olmayı denerdim de,
yanı başında durmak için,
olamazdım Sitare.
hep karanlıkta kalırdım,
o yüzden.
sen pırıl pırıl ışırken,
en uzaklarda;
yalnızca,
gece olmak kalırdı bana,
ve kararmak,
ne çare..
o kadar çok benziyorsun ki,
yüreğimdekine.
o kadar andırıyorsun ki onu.
sen o' sun aslında Sitare,
o sensin.
ya ben kimim?
Mustafa Erçin