'Ey okur! İmgele o çağı.
Sabahattin Kudret AKSAL
-I-
Avuçlarında kıvranan soluk, ışık değil, yokluğundur. baktıkça
ürpermedi manzara, dokunmak hevesiyle yaklaştın da eşya
etine geçti. rengini kaybetmiş bedenine hükmetti rüzgar.
parmakların çöle saplanmış köklerdi, bu yüzden suyu çağırdı
rüyaların, dişlerinde akreplerden ve engereklerden bulaşmış bir kamaşma. sesin, soluğundan kırılan kuşlar gibi çırpınıp da
imgelere yol aldı ve düştü hevesinden yakalanan melekler
karanlığa. kalabalıkların anlık bakışlarla katmerlenen düğümü
seni sardı şair. tellere takılı uçurtma kuyruklarından bir
dar ağacı diktiler kalbin için, oysa zamanın imgeler döken
sarkacıydı Nerval, yağmalanan sözcükler arasında yalnız değildin.
gökyüzünden el almak için tırmandın aşka, boğazına sarılmış
imalarla yükseldin yalnızlığa.
-II-
Ne zaman bir çocuk düşse ağaçtan, annesinin başörtüsünü uçurdu
rüzgar. annenin saçları kaç kez havalandı şair ? hayal şehirler yıkıldı
çocuk gözlerinde, içinde dönenen uğultuyu dinledin. senin de teneke
oyuncakların paslı mıydı ? sokakların loş gülüşü var mıydı ellerinde?
ne zaman bir şair ölse, 'Dersaadette Sabah Ezanları' okundu, usulca
baktın bahçelerin geceye sunulmuş korkusuna. azad edilmiş imgelerdi
ateşböcekleri, şiirin uzamsız ritmi yüklendi kalbinin kapılarına. babanın
anlattığı kitaplardan öğrendin bir roman kahramanı olmayı, ama
ürkek bir şiirdin olsa olsa, adaklı saçlarından uyaklar döküldü annenin
kucağına. ne zaman gözlerini alıp gitse baban, ırmağa yazgılı kayıklara
dönüştü avuçların, beklemek ustalık isterdi oysa. beklemeyi bilecek kadar
dingin değildin. masallar aradın sabahın güne düştüğü rüzgarda.
bilmiyordun, her çocuk bir masaldı şair. sen hangi masalda susuluyordun?
'Ama ben, yaşlandıkça, olgunlaşmış bir şiirin, bir tür sessizleşmeyi seçmesi gerektiğine inanır oldum.
AHMET OKTAY
-III-
Gökyüzünde kristallenen bir mavi ve kuşlar asılı duruyordu manzarada.
ibadete durmuş mutasavvıflar gibi ıslanıyordu ağaçlar. sessizdi her şey,
boşalmış bir zembereğin metalik sessizliği. zamansız bir haiku yanılsaması
düşüyordu uzağına.yalnızca çıtırtılar duyuluyordu: Neruda'nın umutsuz şarkısı,
Nerval'in vakitsiz bir çan gibi sallanan ayakları ve Maldororun Şarkıları
zamanın gerisinden ve Orhan Veli'nin yarım kalmış imgeleri, Tanpınar'ın
marazlı huzuru buğu buğu doluyordu odanın içine. kitaplarını yakıyordun,
küçük yeğenin üşümesin diye, koparıp ateşe veriyordun sayfaları. sen
imgelerin katiliydin şair, roman kahramanlarının, ustaca mayalanmış
sözcüklerin katiliydin. alevlerin inkara çoğalan yankısı tırmanıyordu yüzüne.
şiirlerin büyüsü yitmeyen ritmiyle bir çocuğun parmakları ısınıyordu.
sessizdi, her şey sessizdi, ama kalbin bir kara deliğin devasa iştahıyla
çekmişti kinine tüm efektleri: savaş çığlıklarını, acının yarattığı uçsuz
haykırışları, küfürleri, bağırtıları, çağırtıları… uyumsuzluğun başına buyruk
mantığı saplanmıştı sessizliğine. dinginlik sana bağışlanmadı şair, hala erişemedin o erdeme.
-IV-
Poetik buhranlar mırıldanarak huzursuz bir ruh gibi geçtin döviz
bürolarının önünden, kar – zarar hesaplarının bıyık altı gülüşlerinden
sıyrıldın ve fiyakalı otomobillerden, makyajlı evlerden ibaret teorileri
bıraktın ardında. soyut ve şaşkındın, sana ait olmayan renkler ve sesler
doluştu bedeninde devasa bir yara gibi açılan boşluğa. zamanın ala canlı
etinden oyulan her fotoğrafta siyah - beyaz çıktın şair, oysa içinde şiire
kesmiş sokaklar vardı, rengin betona verilmemiş çığlığı döneniyordu
imgelerinde. toprağa düşen kuş gölgeleri, titreyen bir yaprak ucu ve
zamansız büyümüş elleri çocukların… hıza adanmış bulvarlardan, lambası
patlak sokaklardan topladın yaralı ayrıntıları. dağıldın, güne yakışır bir
toplama ulaşamadı varlığın. uzaklara lal bakışlar uçuran ihtiyarlar gibi
geçmişe döndü yüzün, gençlik hüznüne yakışmadı şair. varoşların
çamura bulanmış yazgısından çağırdı seni denize yakışır bir ses, şiiri
ve Paris'i kutsayan ezgisiyle Enrico Macias.
-V-
Dikilip hayatın kıyısına, yankısını bekledin şiirin. baktın gözleriyle
düşünen kalabalığa ve çocukların körpe etinde patlayan masallara
ihtilal tokatlara. iğdiş edilmiş sözcükler uçuşup saplandı bedenine
şair, imgeler ikindiye kanıp ağdı uzaklara, göçmen kuşların gölgesi
sürükledi uyumun dargın şarkısını. karşılıksız hayalden hüküm giydin,
grafiklere sığmadı mısra-ı berceste sabrın. dikilip hayatın kıyısına
ses vermesini bekledin ölü şairlerin: kara trenlerin bozkır özlemiyle
Attila Jozsef, kanın çığırtkan kokusuyla Yesenin ve Zafer Erkin, hayata
düşürülmüş inkar metinleriyle. anladın şiir yakındır intihara ve bir susma
sanatıdır işin. sustun, el verip sözcüklere, zamana mayaladın günlerin
vaat edilmiş sabahını. sustun, küfre ve inceliğe uyak düşürerek. algının
aykırı çocuğu olduğunu, karanlığına şiir yamayanları dinleyerek
ayrımsadın. sarıl şiire şair, duyulacaktır ışığa tırmanan gülün sesi,
elbet müttefiki olacaktır zaman, kalbinde yeni bir dünya kuranların.