(kıyametime saklı bir yanım kalmadı
mahşere çıplak bir telaşım
meğer ben bütün aşklarda
senin bana yanıldığın kadar
ben de şairlere aldanmışım)
istasyonlarda savrulan kuru dallar kadar durgunum
ekmeğim zakkum & üşüyen raylara bir kez dökülmüş soluğum
oysa çok eski bir haritaydı
adımlarını sarıp sarmalayan ayalarım
serin çığlıklar kuşandım da
neyleyim & bir sana yetişip yetmedi feryadım...
hani o coğrafyaların dumanları olurdu
seher mavisi yol aldığımız tepelerde
zemheriye tutulan mektuplar solardı
gri gök usulca dolarken gözlerine
kimseler ilişmez & çalınmazdı ıslığımız
ve şimdi kim bilir hangi ölünün
ölgün elmacık çukurunda kaldı adımız...
derken uzandı yıllar yorganlara yıldızlara
körpe otlar deşildi o nadaslık tarlalara
sokaklar sorgular soruşturmalar ekildi
ve sorgusuz her düş işte o an da biçildi
hasat dediler... çıyan kıyam ajans haberleri...
sonra ne sesimizi ne de sevdamızı kimse bilmedi
sen şehrin yerleşik hüzünlerine tutundun
bense göçebe tenhalıklara
bu yüzden beni çağıran sesler hep bir masaldı
o masallar ki...seni bana bir kez olsun
hiç mi hiç anlatmadı...
aşk denilen zaten
çıkını hasret
çarığı yırtık bir elveda şarkısıydı...
adı saklımda kalan bir ben kaldım
bir de gideceğim yerin adresi
belki ardımdan infazlar gelmez ama
ah işte yok mu şu mert metinin gölgesi...
bayram kıyılarından geçtim
yanar döner seviciklerden
ilahsız tapınaksız yeminlerden
başı kopuk başkaldıran sözlerden
üşüyen çocukların tinerli küfürlerinden
dilsiz sınırların namlulu geçitlerinden
o kutsal suların ezber edilmiş köprülerinden
borsa ihtilalcisi yenik köylü hisse senetlerinden
bir tozun bile çarpmadığı hicranı heder gecelerden...
geçtim...geçmesine de...
adı darda kalan bir ben kaldım
bir de susacağım şehirlerin adresi
belki ardımdan darağacı gelmez ama
ah işte yok mu şu mert metinin gölgesi...
I.
su boylarında sığırcıklar yaman haziran
ormanın ıslığı sanki ağzındaki türkü
dağ çalımı dağınık bir bulut başım
kursağında kan kaynatan anılara kalmışım
yüzümü yırtsam sözümden bulurlar beni
bu yüzdendir yolunu çalmadan yokuşundan kaçışım...
şehir ne çok yalnızlaşmış köprüler ne tenha
mahzende unutulmuş şarap gibi sokaklar
seni içsem bu kadar sarhoş olmazdım
kaldırımda köpekler olmasa belki düşüp ağlardım
binlerce pencerede sönen tek bir yüz sanki benim
ayak tırnağında sular hala çağlasın sevdiğim...
harcına küs gülüşlerden ne kalır geriye
yatağına yaban üşüyen aynalar mı
düşerse deprem düşer dağlara
derken bir sevda incindiği yerde biter
hangimizin kırılmış bir şiiri yok ki
yürekten de beter dize çarpar titrer...
dağılmış yağmurların göçebe şarkılarından
rivayeti yalanından da ziyan sebil diyarlardan
giz sofrasında kemancının bildiği makamlardan
dinledim...dinlemesine de...
adı benle kalan bir ben kaldım
bir de soracağım yalnızlığın adresi
belki ardımdan gölgem gelmez ama
herkes kadar uçurtmadır gök mavisi...