(mevzilerde…kürsülerde…alnı onurlu...teri namuslu... sofralarda direndi…yetmedi…
vatan topraklarına düşen işgallere söz eyledi…şimdi her mermi…yine senin sesinle patlar…ve yürünülen her koyak…senin o kar tufan gözpınarlarınla ışıldar…)
giden şilepler sığ kıyılara
kalan tayfalar seni sarhoş sulara sordu
sonra güz yaprakları efsun esip dallarımızı vurdu
caddeler palet izleriyle göğsümüzde patlıyordu
çalıntı bir gökyüzü bile yoktu başımızda
ne çok buğulu camlar düşerdi o üşüyen sokaklara
ve sen tanrıçasına küs
tapınaklardan firari
aşka sözdün…
hazirandı
yıldızların yolumuza yağdığı
dileklerin gözlerimizden asılıp kaydığı
yaz duruşlu sümbül kokulu bir akşamdı
zamansa darağaçlarında dolanan
serin ve seher yüzlü güleç çocuklardı
ben saz çalar sen tutar mızrap ıslatırdın
kirpiklerimde yanan
toprağından uzak
buğday yüzlü esmer soluklu bir şarkıydın
depreşirdi sesinde çingene oyun sevinçleri & nasıl da gülüşürdük
sonra ateşler yakar & ırmaklar boylar & saka sesleriyle düş örtüşürdük
orman & derelerin göğsünde saklardı hüznü hicrandan masallarını
ve sen ellerini çırparak anlatırdın
yamaçlarda seken sincapların o heyecanlı ceviz telaşını…
bulutların yüzümüze kızdığı bir gece
hangi sorgusuz
hangi çıkmaz pusu
seni bizden alıp
yağdı gri rengini birden üstümüze
bir tenhalık serpildi
sisler içinde omuzu yaşlı ve yaslı ömrümüze…
giden dostlar dar patikalara
kalan şairler seni ayyaş şiirlere sordu
sonra sınır boyları gelip bizi bir bir vurdu
sürek mayınlar yolumuza & sarkaç saatler gibi sarkıyordu
kirlenmemiş bir deniz bile kalmamıştı yamacımızda
ne çok ölüm düşerdi o tabutsuz tarlalara
ve sen tanrıçasına hepten küs
ve sen tapınaklarına hepten firari
aşka sözdün…
açelya kış kuşum kuru çalılar yanığım
yitik şehirlerde ezgime düşen naçar rüzgarım
talan emeklerime sızıp devrilirken istanbul
ben kendime gözlerin kadar özlem kalmışım…