iğde sokağında bulutlar kara sesler eşkıya sazı
ölüm kadar bütün yüzler birbirine yabancı
yol oldu & adımı bir ben benden çaldım
ve hala dallarda sallanıp düşer
göçebe gezen yağmurlarım...
gölgeler uzuyor kent batımı yalnızlık sıradan
olur olmaza cinnet doğuruyor kaldırımlar
piç bir isyan deşiyor rahmini dişleriyle
ısırdıkça sisli düşlerden geriye kalan
artık tortu tutmaz bir aynadır kan...
(uzak limanlar vardır...ezber düşlere inat...evliya öpüşlü sular...deresine ağladığımız çakıl
yüzlü taşlar...ısırgan otuyla demlendiğimiz çaylar...bir ceylan kirpiğine sus olduğumuz ırmaklar...
derken...kapılarında vedalaşıp... eşiğine sus düştüğümüz sabahlar...)
seherler dağılıyor çay ocaklarından
kederin efsunu meğer ıslıkmış
herkesin gideceği yer az belli
servisler geçiyor yüzümden
ekipler hep sonrası...
sirenler hep sonrası sınır boylarında gezerdi gece
yıldızlar olmasa karanlık bir ihbar kalacaktı orman
gözlerini aramak suya düşen halkalar kadar dardı
ki yel değse bir yere birdenbire bir sağanak patlardı
en iyi masalları böğürtlenler anlatır koyak ateşine
uzaklık kor olur kırmızı bir başka azrail ezgisi
çiçeklerin solduğu demde rivayetler hikaye olur
ve hiç durmaz söyler şarkısını ağustos böceği...
adımlarında kekremsi bir telaş...
sırtında acem yanığı saçların
ve dilinde nadası biçilmiş toprak
ellerin martı kanatlarında salaş
gözlerin şilep yorgunu gelmiştin...
bense nevzatın sofrasından gelmiştim
bir ''eşref türküsü''kalmıştı alnımda
özer şairlere küsmüştü & sevdiği vardı
ve ağlıyordu kendi köşesinde meyhaneci
saat bizi bizden epeyce geçmişti...
kendine saklı yazılmamış mektuplar cebinde
ve hicranı göğsünde uçan güvercin
ezan seslerinde inziva
penceresiz bir avare
çatısı semasız...
(gezilen kasabalar vardır...adını bilmediğimiz sahiller...sokak lambasından başka kimsenin olmadığı
caddeler...bulvarlarda yeşeren günlük ıssız haberler...sonrası...dağılıp giden devriyeler...)
devriyeler dağılıyor sessiz bir şarkıyı anlat yüzünle
eteklerinde sallanan bir busenin matemini mesela
çizilmemiş bir coğrafya & yüzülmemiş bir deniz
hiç olmazsa zeytin ağaçlarının gölgesini
hani beni hederden de beter edecek bir dizeyi
olmaz denilen bir yerde patlayan bir mermiyi
ay çarpıyor tırnağına yakamoz nefesinde kalsın
bileklerine dökülen şarkıları da varsın sirenler çalsın...
uzak sesler kaldı bize & karanlığın gölgesi kir tutmaz
cesetlerini sözleriyle yıkayıp satan masallar
incinip sayıklayan titreyen rüyalar
ve ne vakit uyansak o tanıdık karabasanlar
gölgeler uzuyor kent batımı yalnızlık sıradan
olur olmaza cinnet doğuruyor kaldırımlar
bu iğde sokağında demli çaylar
en az bize biz kadar yalnızlık anlatırlar...