Sen serhatta sabahı bilir misin?
Issızlık kaplar içini,
bir kuş sesinden öte kimseler yok,
nefes almak yeniden dünyaya geliş,
bir kaç saniyede bir diriliş,
iç çekmek lüks...
Kekik kokan dağları yuvan sayarsın.
Koyarsın başını kobranın yuvasına bilmeden.
Bir bakarsın kıskanır; saldırdır üstüne.
Daha çevik olmalısın,
o değil sen hayatta kalmalısın.
Nemli duvarlara verilecek hesabın var.
Ödeyecek bedelin var.
Güneşin doğuşuna doğru yöneldikçe,
gözler kan çanağı; ayaklar,eller yara içinde.
Kenetlenmişsin bir bilmeceye,
milim milim gidiyorsun,
Sen bu değilsin biliyorum.
Öfke kustuğun gerçek,
yaralandığın gerçek,
parçalandığın gerçek.
Sen kurtuluş diye çırpınırken; kanatlarını kırdılar.
Sonra uç dediler!
Sektikçe güldüler!
Nemli duvarlara yazdın adını altın harflerele.
Kimin aklına gelir duvarın kendi üstüne yıkılacağı.
Söz geçmez,mantık işlemez.
Nemlenmesin diye ne güneşler battı,
Ne ırmaklar kurudu,
Ne çiçekler soldu,fidanlar kırıldı; gözler kör oldu...
Sevdamı feda ettiğimi biliyorum.
Umutlar bile ürkek.
Mutluluk unut beni dedi.
Gençlik burun kıvırarak çekip gitti.
Nemli duvarlara türkü söylenmez mi?
Divanler Sevemez mi?
İlle boyun mu bükmeli?
Sen de feda et birşeyleri yiğitsen,
insan isen,
mert isen,
yüreğin yeterse....
Bedava yok bu tezgahta,
laf alınır laf satılır da,
Bu duvarlar bilir işini,
ona yürekli olamak gerek.
Oysa kendisi duvar,
bir de nem almış.