Nemli duvarlara türküler yazdım; ağıtlar yaktım.
Utandı karanlıklar.Aydınlık oldu; gecenin bir saatinde.
Kırağı düşmüş yeşillikler baka kaldı.
Şimşekler sustu.
Bin anlam yüklendi,sayesinde yanık bir türkünün.
Gel dedim dosta,duymadı sesimi.
Bir daha seslendim,
bir daha seslendim,
duymadı!
O dost ki hayallaerimi bin parçaya bölüp,tükettiğim.
olmayan lokmamı toprağına bandığım,
dost sandığım...
Türkümü dinle dedim bre!
Bir daha düşmez bu can bu dünyaya,
bir daha şahlanmaz bu aykırı yürek.
Düşünsene!
kim kıracak zincirini feleğin,
kim sürecek zemheride tarlasını.
Kurt sürüleri,
puşt sürüleri,
ne farkeder mavzer yatağında mermiyle uyur.
Oysa sen bütün kalleşliğinle karşımdasın.
Ne ihtişamlıdır yiğidi yiğit eden değerler,
ne vazgeçilmezdir,
bir bilsen
bir anlasan,
bir dinlesen...
Gülen gözlere ağıt mı yakılır?
Sahte sevdalara cephe mi alınır?
Bir kavgaya düştü gönül.
Kaçmak çare değil dedik direndik.
Duvarlar ne bilir türkü nedir.
Hele nem almışsa.
Direnişimin kaçıncı yılıdır bilmiyorum.
Yıkılmya yüz tutmuş bir kulübe.
Bir kaç türlü duygu.
Bir de ben...
Seni özledim desem; boşa gidecek onca direniş.
Özlemedim desem yalan olacak.
Keşek olmasaydın hiç.
Ben de olmasaydım.
Ne çare...
Yaşıyoruz işte.
Bir de bana efsane diyesiler.
Nemli duvarlara türküler söyleyen efsane.
Kırık bir aynadır yaşam; paramparça,bir daha bakılmayan.
Yana yana koymak çare değil.
Nemli duvarlara yaslanmak gibi.