Mahpushaneye düşen bilir.
Bir tütsüdür hayat, çeker gider ötesine dağların.
Çağırırsın gelmez, kulakları işitmez, gözleri görmez.
Horozların ötüşünü özlemek ne güzeldir; sabah olmayan bir mekanda.
Dağlar yok ki yankılansın sesin.
Celladısın kendinin, çekersin zalim cıgarayı, azdırsın yarayı.
Oysa yaraların hep azgındı.
Oysa dağlarla görecek hesapların vardı.
Düşen bilir bu meret maphushaneye.
Ben türküsü yanık,ben yüreği yanık, ben bulanık...
Ben orta asya delisi...
Sen nazlı, vefasız, kaprisli nankör.
Hangi umut yeşerir sende.
Hangi sevda filizlenir.
Hangi bulut yağmur verir.
Yalan gözlerinin ışık saldığı bir mekandayım şimdi.
Ellerime kor ateşler düşüyor.
Ayaklarım çiviler üstünde.
Başımda azrail dikilir.
Maphushaneye düşen bilir.
Düşen bilir bu viraneye.
Bu can düşmanı duvarlara.
Gel desem mektuplarda, kim gelir.
Gül desem aynalarda kim güler.
Özlem olsam buram buram...
Hasret olsam yağmur gibi yağsam....
Unutma demiştim yıllar önce ve bir söz vermiştin.
Duvarlara her vuruşta payın var bu asi kafamı.
Aklıma her geldikçe dünyam irkilir.
Bu zindana düşen bilir.
Bir kez anlaşılmak adına yaktım bir ömrü.
Ateşler verdim her yanına.
Kül olsun diye söndürmedim.
Bir kez olsun anlam çıkmadı, torbasından.
Sanki düşmanız, anasından babasından.
Bir dava diyor son diyişinde.
Bir intikam....
Bir hesap....
Başımdan kap kara bir duman çekilir.
Mahpushanelere düşen bilir