Pencerenin önünde ağlıyordum dün gece.
İçimdeki hayaletin usul usul,
Yavaş yavaş,
Suçluluğuna inandırarak kendi kendini,
Düşlerimden içeri düştü! İnanamadım.
Bir sigara yaktım sensiz,
Kimsesiz kaldığımda hep yaptığı gibi,
Bir tutam duman; buram buram,
Ciğerlerimde senin adına dolaşırken,
Yanaklarımdan bir damla yaş süzüldü! Aldırmadım.
Sokağın başı kalabalıklaştı,
Sanki sevindi aşk kokulu mumlarım.
Sanki anafordun mavi bir koku yayan,
Kırmızı bir amblem gibi ışıyan…
Gülümsedim ben, sana tek bir an.
Ve en azından vesairesinde umutsuz şarkıların,
Kayıp bir yakışıklılıkla gülümseyen bana,
Yüreğin, ince bir tüldü,
Ardında ben olan…
Sokağın başında durdun sen,
Gece, cömertçe sergilerken bana seni,
Sarı paltolu bir rüzgâr esti,
Yüklü bir hüzün taşıyan.
Düşlerimde seni yalnız bırakıp, acılar içinde uyandım
Bu sabah.
Bu sabah bir yaz yağmuru gibi telaşlı başladı zaman.
Sarı güller titreştiler yalnız bir bahçe gibi vazomda.
Elimde tuttuğum,
Bin bir umutla kaleme alınmış sevda şiirleri,
Açık kalan pencereden dışarıya uçuştular.
Tünele girmiş bir martı gibi yalpaladım,
Gözlerim ışığını gördüğünde, o an.
Ve ben,
Penceremin önünde bekliyordum dün gece,
Yaramaz bir yağmurla gökten yağacakmışsın sandım,
Bir an…
Ve bir üzümlü kek daha yandı fırında seni beklerken.
Ve sen,
Bu cümlede gizlenen nüansı anladın…
Aslında,
Ellerimden kayıp gittiğinde
Hala gece olmamıştı…
.