yağmur yağıyordu.
benim saçlarımda kırağılar vardı.
onun omzuna konmuş bir gül.
kapıyı açtım.
elinde eski bir bavul,
yüzünde daha da eski bir hikaye
geldim dedi,geldim işte...
sana kendimi getirdim
belki unutmuşsundur.
birlikte söylediğimiz sarkıları getirdim.
bir kaç gömlek bir pijama altı
tuttuğu notları,
voltalarda adımları sayıp sustuklarımı
ranza dibinde büyüttüğüm nazlı bir menekşeyi
gökyüzüne verdiğim dualarımı
çakmağımı, sigaramı, tabakamı ve kitapları getirdim
döndüm dedi,döndüm işte....
içeri girdi
aksıyordu bir ayağı
oysa nasıl da akardı bayrak gibi önümzde
nasıl da oynardı saçları rüzgarı bulanda
bir ceylan gibi nasıl da koşardı.
ayağın dedim
derin bir nefes aldı
'içerde' dedi
bir bakır tas bıraktım.
kehribar bir tesbih
bir kaç kitap
bir kaç sağlam arkadaş,
ve bir ayak..
güldü sonra;
dedemin yemen çölünde bıraktığı ayağı
ben içerde bıraktım.
kurban olsun ikimizin ki de
memlekete
oturduk,uzun uzun baktık birbirimize
onüç yıl sonra, yeniden, karşı karşıya
bir deli gençliği birlikte düşürmüştük yollara
bi yüreğimiz vardı onu koymuştuk ortaya
ben başımı onun omzuna yaslardım
o tealal bedru okurdu kulağıma
ben bazı geceler oturup ağlardım
o dua ederdi hepizin adına
ve puslu bir sonbahar akşamında ayrılmıştık
caddelerde arabalar akıyordu, yağmur yağıyordu
babalar saklamış ekmekleri ceketlerinin altına
korkuyla evlerine koşuyordu.
düdükler ötüyordu, sirenler çalıyordu,
şehri kimler çalıyordu.
arkasında baktım
elinde tahta bavul
cebinde ikimizin yüreği
şifadan ayrılık rahmetten yoksulluk
şen olasın mahpusluk
kaldır gözlerini yerden dedi
on üç yıl dediğin ne ki
babana mektup yaz
bir de menekşe resmi yap
ve bir gül gönder anama
kaldır gözlerini yerden dedi
on üç yıl dediğin ne ki
ve yürüdü yusuf
yanıp sönen mavi ışıklar düştü gölgesine
on üç yıl bekleyecektim
on üç yıl...
kavuşmak için
cebinde rehin götürdüğü yüreğime