Vazgeç Gönlüm
Senin canını püren çalıları acıttı,
Böğürtlen dikenleri kanattı ellerini,
İskarpini onüç yaşında tanıdın,
Sinema ve tiyatroyu
O zamanki lüks olan, Phılıps marka
Transistorlu radyodan dinledin...
Işıltılı vitrinler, şık mı şık giydirilmiş suretleri değil,
Ayağında lastik çizme, elinde kazma, omzunda kürek,
Toprakla savaşan insanları izledin.
Görmedin ki, çarşı pazar, hayaller büyütesin.
Hepsi bu kadar ve daracıktı dünyan senin...
Çakırdikenlerini, İnce Memet Romanından,
Kula kulluk edilmeyeceğini, Pir Sultan Abdal'dan,
Aşk'ı Karacaoğlan şiirlerinden okudun,
Okudukça acılar içtin, dertler dokudun.
Esareti tanıdın, bildin, Nazım Hikmet'ten
Kahramanlığı Köroğlu'ndan,
Kurumuş yaprak gibi sürüklendin,
Biraz ondan biraz bundan...
Ayağını yerden kesen,
Buğday harmanında, sarı öküzün çektiği düvendi,
Allığınla pudran, alnında, yanaklarında donan ter'di.
Değerli broşlar yerine, buğday kılçıklarıydı göğsüne takılan,
Hiç ipek gömlek giymedin ki, kaput beziydi mintanın,
Yani düpedüz amerikan...
Herkes dilek tutmuştur, gökte kayan yıldızdan,
Sen taş sandın, düşüp kıracak bir yerini,
Anlayamadın gitti bu işin romantizmini.
Sen yakamozları ve mehtabı da bilmezsin,
Bilmezsin aşk iki kişiliktir, başköşesine koysan yüreğinin.
Kısacası gönlüm dur durduğun yerde, beni ayartmaya çalışma…
Azıcık güneş görünce, badem ağaçlarıyla yarışma…
14.12.2010