Beyoğlu'nda eski bir Rum binası. Yüksek tavanlı, ahşap döşemeli. Ayakkabının tahtayla buluştuğu yerde çıkardığı ses yankılanıyor tüm koridorda. Garip bir hüzün kokuyor duvarlar. Kaç yıl geçirmiş, kaç hayat görmüş diye düşünüyor insan. Masa başındayım. Arka sokağa bakan pencereden korna seslerini duyuyorum aceleci arabaların. Soğuk bastırdı. Kar arada atıyor yağmur arasından, üşüyen ellerimi ısıtıyorum kaloriferde. Ambulans sesleri duyuyorum sonra. En yakın hastane neredeydi, evet şimdi hatırladım iki sokak aşağıda. Umarım yetişir hasta bu kaotik sokaklardan geçip hızlıca.
Düşünüyorum. Saatin ilerlediğini görüyorum bir tek. Her vuruşta zaman da ilerliyor. Özlediklerimin sızısı burnumda sanki. Ya da kurduğum hayallerin gülümsemesi yüzümde, son birkaç gündür yaşananları düşünüyorum. Eski dostlarımı gördüm de. Nerden nereye geldik konuşmaları parmak hesabı yaptırıyor yaşa. Yok işte, yetmiyor artık iki elin parmakları tanıştığımız zamanlardaki gibi. Yaşlanmak mı demeli adına, yoksa olgunlaşmak mı. Samimiyeti çıkar sanan insanları düşünüyorum sonra, sözde arkadaşlarım. Yazdıkları satırlar, söyledikleri sözler sıralanıyor ardı arkasına. Ben galiba çocukluktaki saflıkla dostluklarına inanmışım, şimdilerde anlıyorum. Zamanı gelmiş demek ki hayatımdaki ilişkileri temize çekmenin. Buruk bir sevinç içindeyim. Buruk evet. Önünde yalancı da olsa, dostluk adınaydı paylaşımlarım. Bu kadar vefasız olamıyorum işte yaşananlara.
Dün geceydi. Yorgun bir günden ve hüzünlü sohbetlerden sonra eve vardığımda aldığım notunu anımsıyorum. Mucizevi bir heyecanı gözyaşıyla karşıladım. Düşününce şu an bile içim titriyor. Biliyor musun sevdiğim, tam da yazdıklarını gördüğümde varlığın için ne kadar şanslı olduğumu söylemek geçiyordu içimden. Eş zamana düştü yine mucize şekilde senden gelen. Çok özledim seni çok. Şöyle çok o'lu bir özlem ama. Yokluğunda bile hayatın bu kadar sen olması ne güzel. Seni yazmak, seni düşünmek tanrının lütfü gibi. Üşüdüğümde yüzümün kızarması bile senle ilgili heyecanlarımı anımsatıyor. Ya da Beyoğlu'nun geçmişin yükünü taşıyan hali. Bize dair anılar da var çünkü o taşları arşınlayanlar arasında. Acıya bulaşık haz benimki. Biraz mazohistik sanki. Aşk tanımlamalarını bile değiştirmeyi düşündürecek bir narsistim belki. Her şey sen olsun istiyorum şu hayatta. Gözümün gördüğü, elimin dokunduğu, kulağımın duyduğu; her şey sen.
Telefon çalıyor, sesi kısık son anda fark ettim. Senle ilgili yoğun bir gündüz düşündeyken, aklımı çelen bir ses arıyor. Konuşuyoruz. Akşam için planlar yapıyorum. Sözleşerek kapattığım telefonun ardından acaba hisleri var mı diye düşünmeden edemiyorum. Bunu kurcalamak neye yarayacaksa. Dün bana yazdıkların tekrar aklıma geliyor, onun yansıması mı acaba. Etrafıma şöyle bir alıcı gözüyle bakıyorum da, sana olan sevgimin arasından geçip karşıma çıkmaya çalışan insanlar görüyorum. Hepsi sende takılmış belli ki. Attıkları her adımda yollarını sen kesmişsin eşkıya gibi. Yokluğun bile tuzak başkasına.
Koltuğuma yaslandım. Koridordaki ayak seslerini dinliyorum. Son günlerde en çok dinlediğim şarkı ne biliyor musun 'seni seviyorum'. Fon müziğim yine. Henüz dinlemediğini söylemiştin sorduğumda, acaba dinledin mi. Sokağın sesi de giriyor şarkının arasına. Kayboluyorum sözlerin tadında. Düşünüyorum sanırken ağırlaşan omuzlarıma, kapanan göz kapağıma yeniliyorum. Hani şekerleme halinde gibi, yok ne uyuması derler ya sorulsa, öyle işte. İhtiyacım olan şeyleri sıralıyorum hayatta. İstemeyi çoktan bıraktım elimdekilere şükrettiğimden beri. Hayatın zenginliğini ve ne kadar cömert olduğunu gördüm geldiği gibi kabul ettikçe. Biraz eksik biraz fazla, ihtiyacım olan şeylere sahip olmak güzel. En başta sen. Sana ihtiyacım var canım. Beni tamamlamana ihtiyacım var.
Birazdan bu kasvetli binadan çıkıp Beyoğlu'nun sokaklarına atacağım kendimi, soğuk üşütecek ellerimi. Etrafıma bakınarak dolaşacağım. Saçlarım savrulacak rüzgârda. Sıcak bir kahve alacağım sonra müptelası olduğum yerden, hani senin de sevdiğin gibi karamellisinden. Kendimi karmaşaya bırakmaya devam edeceğim elimde kahvemle. Belki bir iki okunacak yeni çıkmış kitaba takılacak gözüm almak için, belki dinlenecek albüm alacağım Latin ateşiyle yanan sahillere götüren. Biri benim, diğeri senin için ikişer tane. Arada elim telefonuma gidecek, ya duymazsam çaldığını diye. Arar mısın diye geçireceğim aklımdan. Kalabalık bir yalnızlık saracak sonra bedenimi, seni ne çooooook özlediğimi fark edeceğim.
Bol o harfi olan çoooooooook özlemli bir mektup yazıyorum bu sefer. Yalın, saf ve tutkulu bir duygu anlatıyorum sana. Öğleden sonranın hüznü de eklenince birazcık düşüyor yüzüm. Eve doğru yol alıyorum. Sıcak kestanelerin kabuklarını ayıklarken, eve gitmeyi ne kadar çok sevdiğimi geçiriyorum aklımdan. Biliyor musun neden. O fotoğraflar var ya bize dair, içimi ısıtan, eve girdiğimde atmosferin basıncı değişiyor galiba baktığımda. Evimi seviyorum diyorum ışıldayan gözlerimle çünkü seni seviyorum kattığın anlamla. Tüm güçlüklerin sonunda yatağıma uzandığımda, başucumda sen gülümsüyorsun ya, işte bu her şeye değer. Özlemimi iletir tanrı sana bilirim. Başım omzunda uyanırım belki yarın, belki yarından sonra yeni bir İstanbul sabahına.