Sonbahar çıplak,
Sararmış tüm utangaçlığıyla gülümsüyor yapraklar,
Sonra bırakıyorlar kendilerini yere.
Bir bir, öpüyorlar toprağın alnın'dan sevenin sevdiğine kavuşması gibi...
Omuzlarımda gururla taşıdığım apoletler.
Her biri ayrı bir eza ve ayrı bir cefa...
Mağrur bir aşk hikayesi eskimiş radyomdan duyulan.
Yine bir gül-nihâl aldı bu gönlümü
Sim-ten gonca-fem bî-bedel ol güzel...
Haki zamanlarda eflatun rengi sevdalar düşledim.Maviyle buluşturma çabasıydı askın olmayan şeklini ve tüm bedensiz halini...Sonbahar gibi,ben gibi.Çıplak,savunmasız ve utangaç...
Oysa bu kadar zormuy'du aşk...
Bir kuş ötüşü,bir gül pembesi ve masum iki yürek zümresi...
Sevmek için yaratılmış farklı yüreklerin aşk denemesi.
Her defasında Yaradan'dan niyaz edilip,günahkar tenler'e hapsedilmiş...
Unutturdular'mı bize gardaş! ! !
Doğanın,evrenin ve cümle yaradılmışların semasında dans ettiği Aşk'ı Muhammed'i... Allah için sevmek ve sevilmek Muhammed'in Ayşe'si gibi.
Yürek çırpınıyor çöllerde,biçare ayak vuruyor toprağa. Arınmak için aradığı mucizeyi bekliyor Allah'tan,Ibrahimin yiğidi,Hacerin biricik bebeği Ismail'e edilen merhametin nedeni o saf zemzem'i...
Safa ile Merve arasında koşar gibi!
Günah'kar bir dille söylüyoruz.
Sen üzülme ey Sevgili...!
Biz hala unutmadık Aşk'ı Muhammed'i...ve birtek sevilmeyi özledik.
Muhammed'in Ayşesi gibi...