Şimdi durgun suda bile başlarını çıkartıyor kırmızı balıklar
Geçtiğimiz yollara serip gövdelerini
Israrla soruyorlar: hâlâ diri miyiz?
Şimdi tarlalar kokularını kargalara satıyorlar
Ağustos sıcağında yanan toprak
aşınmaya bırakıyor yüzünü.
Bırak diyorum kapatma gözlerimi.
Daha güneşin kararmasına binlerce yıl var...
Şimdi kabilemin savaşçılarının okları
tenimin secdesine nasıl varacaklarını bilmiyorlar.
Ben susarak ayrılıyorum
her ızdırapla darbeden
Ve sessizliğimi koyuyorum tüm yeryüzüne.
Konuşur mu sanıyorsun dağlar, ovalar, denizler?
Şimdi kazımıyorsun adımı meşe ağaçlarının kalın kabuğuna.
Terli ellerinin tuttuğu çakı kanatmıyor parmaklarını.
Çıkmıyorsun her sabah yoluma taşlı atınla.
Sunmuyorsun bana en güzel meyveleri
Bu yüzden korkuyorum seni sevdiğimi söylemeye.
Şimdi elekten geçiriyorun yüreğimi
Artık kim gösterebilir bana ırmağa benzer bir gözyaşı?
Alıp götürdüğünde acımı dindirecek yüce bir akıntı.
Yalnızca dinle, kayboluşumu sezen ormanın uğultusunu.
Gidiyorum alışamadığım yaralarımla.
Nasıl aşk bu, ateş et, bir kurşun da sen ekle
Ve öyle kararlılıkla doğrult ki silahı
Yeniden döneyim yaratılışa,
adını kimsenin koyamadığı sonsuz başlangıca.
İşte o zaman ölümüm
yeni bir peygamberin doğumunun habercisi olur...