Bin karakıştı
bin ayaz geceydi
binlerce kimsesiz çocuktular
Sığınacak bir yuva
bağrına basacak bir anne
uyuyacak bir yatak arıyordular
Hiç kimse onları düşünmüyor
hiç kimse onları görmüyor
hiç kimse onları anlamıyordu
Bir yerden bir yere itilip
bir yerden bir yere sürülüp duruyordular
yalnızdılar, kırgındılar, bitkindiler
suskundular, dalgındılar, mahzundular
Onlarca büyük şehrin, yüzlerce
ışıklı-işlek caddelerinde kimileri
kimileri karanlık ıssız sokaklarında
tedirgin, uykusuz dolaşıyordular
Nereye gideceklerini bilmiyordular
ne yapacaklarını bilmiyordular
insanlara korkuyla bakıyordular
her şeyden ürküyordular
birbirlerinden bile çekiniyordular
Ve unutup açlıklarını çoğu zaman
yalnızca üşümeden uyuyabilecekleri
bir yer arıyordular
tepeden tırnağa titriyordular
çok öksürüyordular
çok üşüyordular...
Ve onlar ki yine
kimileri telefon, kimileri
bankamatik kulübelerine
kimileri inşaat, kimileri
apartman bodrumlarına
sığınıp yine sessiz
bazıları yalnız
bazıları koyun koyuna
koyup başlarını usulca
kurulmaktan yorgun
düşmüş bir düş'ün
güzelliği ve sıcaklığını
alıp alıp, o hiçbir zaman
doyamadıkları uykularına
rüyalarına dek
taşıyor, taşıyordular...
Bin mavi gökyüzüydü
bin sıcak gündü
binlerce sahipli çocuktular
Sığındıkları bir yuvaları
bağrına basan bir anneleri
uyudukları bir yatakları vardı
Herkes onları görüyor
herkes onlara gülümsüyor
herkes onları seviyordu
bütün sevdikleri yanlarındaydı
içten sıcak yumuşak öpüşler
dokunuşlar içindeydiler
hiç titremiyor
hiç üşümüyor artık
hiç öksürmüyordular
Dünyayı seviyordular
hayatı seviyordular
kendilerini seviyordular
neşeliydiler mutluydular huzurluydular
koşuyordular, gülüyordular, oynuyordular
çocuktular çocuktular çocuktular...
Ve günün ilk ışıklarıyla yine onlar
şehrin ağır gürültüleriyle irkilip
bazen hoyrat insan elleriyle
dürtülerek & yeniden yeniden
görmek istemedikleri bir dünya
yaşamak istemedikleri bir hayata
birer birer çaresiz ve üzgün
uyanıyordular...
Bin karakıştı
bin soğuk sabahtı
binlerce kimsesiz çocuktular...
(İstanbul, 2005)
.