(Derya...)
senin yüreğine sokulmak gökyüzüne dokunmak gibi
yalnız bir hakikat değilsin ki, sen en büyük tecellisin
sana ulaşmaya çalışmak göze alınabilecek en uzak menzil
kalbimi korumak istesemde bir kor alevidir buğulu gözlerin...
beni anlaman için yağmurlardan korkmaman gerekli
çocukluğunun soğuk gecelerinde yanan bir soba sıcaklığı,
ve imkansız sevdalarda kaybolan uzak aşıkların duası
ihanetin, erdemin, sevginin, mükemmelliğin sıradanlığı.
senden ödünç aldığım her belirsizlik bir gözyaşı olurken
bilimsel olarak ispatlanamayacak kadar çok seviyorum seni
oysa hayat sıradan insanlar için karmaşık bir denklemdir
her yeni gün yeniden doğarken sıradanlığımda çözüyorum seni.
bazıları kişilik bölünmesi der büyük yalnızlık nöbetime
bazıları benlik saygımdaki yetersizlikten bahseder durur
içimdeki yıpranmış, zayıf titreşimli duygularımda can çekişen
asıl olan bir ebedi hiç kimsesiz ve sessiz bir çığlık koptuğudur..
ellerimin zincirlerini kollarına sarardım engellenme karmaşasında
sende özgürleşmeye ve içselleşmeye çalıştığımın farkında bile değildim
sen kocaman bir denizdin ve ben kağıttan bir gemiydim sadece sende
üçüncü bir boyutum hiç olmadı, aslında kendimde bile seninleydim.
mum kalemlerimden çıkan boşvermeci zihniyetim parçalı sıkıntılı
çelişkili ifadelerle hassas ruh dengemi kendi alemime bırakıyorum
bir parça umurda saf aklın örttüğü istemsiz metafizik saçmalıklar
kendimi bir deli olarak gördüğümde tek noksanım akıl bilyorum.
hiç bir tarih kitabında geçmedi içimde kendimle olan savaşım
takvim yapraklarında yıpranan bir ömrün küçük anektodlarıyla
asıl olan neydi hiç anlamadım kırmızı kapaklı masal kitaplarında
sonra 'kumral mavi' bir deniz oldun benim siyah beyaz yokluğumla..
son ümitlerimi zamanın en ince ayarında paramparça ederken
gerçekte somuttan soyuta yükselme dönemini geçmiş miydim
uzun süredir bir ayrım yapamadığım deneysel metabolizmam
nasıl da sünger gibi çekmişti beyaz yağmurları, sana biriktirdiğim...
artık söylemek bile fazla mıydı susmanın acı tekerrürlerinden sonra
kapkaranlık bir imkansızlığın belli belirsiz ışıkları üzerimden geçmekte
sezginin öteki sahibi yüreğim duygusuz yağmaların iddiasızlığı peşinde
kuş uçurmuş gibiyim şimdi dünyanın insana fazla geldiği türemiş bir iklimde...
seyri sefer zamanlarıydı umutsuzluğu bir son olarak gördüğümde
hiç kıpırdamadan zamanın ruhumun küllerini savuruşunu izlemiştim
sağımda rengi solmuş pembe hayaller, solumda yorgun düşlerim
kutsal misyonuna olan inancını yitirmiş bir tapınak şovalyesi gibiyim...
aklımın parazitli radyosunun yüksek frekanslarında hep sen vardın
sana içimi duyurabilmek için peçete kağıtlarına dökerdim sesimi
oysa sözcükler sevmezdi bir yanardağın ağzında titreyerek beklemeyi
içerde kaldığım sürede değiştirmeyi başarmışlar dışardaki seni ve her şeyi..
gökyüzünde seninle yürürdüm kimselere görünmeden, sebepsiz hüzünlü
yine de mutluydum gölgeli bezgin gecelerimde son yıldızların karardığı
sen dans etmeyi severdin ben uzaktan seni izlemeyi, beni görmezdin
gözbebeklerinde gezegenler dönüyordu bana kalırsa, oysa bana kalmadı...