biliyormusun can,
ne zamandır,
hangi odaya girsem içerde sen varsın...
hangi kapı açılsa,
çıkan sensin oradan...
her gece sen varsın yatağımın ayak ucunda
seninle yıkıyorum yüzümü gün aydınlığımda...
göz gözeyiz aynalarda,
çay bardağının sıcağı gibisin avuçlarımda...
pencerelerde oynaşan gölgelerdesin
rüzgarda çarpan kapı,
çalan zil
uçuşan perdelerdesin
adının baş harfi var camların buğusunda...
ardımda yürüyorsun koridorda
ve arkamı döndüğümde sanki
dokunacağım sıcaklığına...
seni düşünürken yakalıyorum kendimi
olur olmaz zamanlarda...
gülümseyerek dolaşıyorum farkındayım
kelimelerin arasında...
uzanıp elimi tutyorsun satır aralarında...
dudaklarını öper gibiyim,
ne zaman parmaklarımı götürsem dudaklarıma...
nefes nefese
soluğumuz kesilir gibi
yeniden estirip
o mahrem düşlerin acı poyrazlarını
bir öncekinden beter savruluyoruz
her gece yarısı tütün dumanlarında...
saçlarımı dağıtmaya görsün sabah ayazı
yorgun bir gecenin rehavetini özlüyorum kollarında...
biliyormusun can,
ne zamandan beri,
bir balığa aşık olan kuş gibi çaresiz
ve bir kurşun gibi hızla
saplanıp kaldın hayatıma...
adı yok bir divanelik mi
nedir bu
nedendir demek boşuna...
yılları inkar eden ben,
yolları yalancı çıkaran sen,
gerçekleri örtüyoruz bir an için
lavların üstüne yağdırdığımız karlarla...