unuttum ineceğim yerde miydi
gittiğim yol hiçbir şehir
barınmıyor adresimde ne adıma
ayrılan mihenk taşı ne gün
bitmeden giden eski kardeşlerim
önce adından ayrılıyor eşya sonra
rengi siliniyor kokusundan biriken
yüzlerin ve defterimde kuruyor akrep
şöyle bir baktığım zakkumlu sular
ırmak boylarında barındığım buharmış
bakışım için yaladığım bir dilim deniz
büyük müydü tuz tadından yük müydüm
ağzımdaki paslı bıçağa basit bir ölüm
istedim hepsi bu şimdi öbür yanağım
göğe yaraşır bir kanat vuruşuyla tutuşup
incecik indim ilençli adımın ilmeğine
güneşi sulayarak yörüngeyi dolaştım
kesilmeye alışmadı başım gümüş tepsiden
ürkmem bundandır yazdığım kötü yazıdan
parmaklarım donarak etime saplanması
dönmeyi unutturan her ize bir çocuk
çizen bayram öncesi hüzünlü çırağın
sabrı saklandı mührün gizli yüzüne
unuttum gelecek miydim buralar hangi
ömre kerterizdi hangi ikindiye su
dönüp dönüp aynı sabaha uyanırım şimdi
İstanbul çınarının kurumuş gölgesinde