Gecenin karanlığını parçalıyor ay,
Ay'a alkış tutuyor yıldızlar,
Girift bir bilmece ile örtüşür,
Arzı endamda burçlar.
Asumanda sadece dünya mı raks ediyor?
Öyle meçhul bir gizem ki, almış başın gidiyor.
O ne? geçmişte kendinden Mevlana dönüyor,
Maşuk için yalnız bir Yunus mu yanıyor?
Kubbeyi Arzda yıldızlar mı yanıyor?
Yoksa yanmışta yıldızlar mı sönüyor?
İzzeti dergahta toplanmışta erenler,
Hacı Bektaşi Veli oturmuş nasihat eyler.
Zerreyi kütlesiyle dünya kavruluyor,
Hacı Bayram açmış ellerin duayı niyaz eyliyor,
Yesevi Asya'nın bağrından nur- u ışık saçıyor.
Süleyman Çelebi yanmışta mevlidi yazıyor.
İbn-i Hacer kendini kendin keşfeyliyor,
Abdulkadir-i Geylani zamana hükmeyliyor,
Uzanmışta Eyyub-il Ensari İstanbul da yatıyor,
Hızır Aleyhisselam durmayıp defterin okuyor.
İmam Maturi oturmuş hüküm veriyor,
İmam-ı Azam vuslata ermişte gülüyor,
Girmişte kimileri Cennet bağına gül deriyor,
Fatih şahlanmışta İstanbul'a fetheyliyor.
Sıra tül sırlara dalan gönül erlerin,
Saymakla bitmiyor nice veli kulların,
Kübrayı dünyada dolanır durur kavs ile kutupların,
Sana kavuşmak için çırpınır durur nice veliullahların,
Sonsuzluk içinde umanı besliyor,
Uman içinde sıra tül sırlar saklıyor,
Kavrulmuşta kütleyi arz masun, melül dönüyor,
Sanma ki güneş parlıyor oda aşkından yanıyor.
Ey hakikati Hilkat!
Kavruluyor kütleyi kainat,
Niceleri geçmişte kendinden ateşi kor ile yanıyor,
Öz can düşmüşte nefsin peşine oradan, oraya savruluyor.