nabzım… çok uluslu bir geçmiştir benim
saymalı! demirden ellerle
kurumadan mürekkebi
mevsimleri kapatıp giderken kuşlar
bin sus'un ardında dillenen cevap
nisanların da aldattığı
göçmeyen acılardan bana artan zaman…
o ne bilsin!
ben ki aşkla acıya soyunan
durmadan söze çalan keman
bir merdiven gibi unutulurum geceleri
ol kitap, ol naz, ol aşk
gibi kaplarım tersten kendimi
toplasın yüzümdeki gölü nilüferler
ve söylesin
kendini yalnız bir çocukluktan büyütenler
terk edilmek,
bütün çocuk arkadaşlar dağılınca evlere
beklemektir bir anneyi
uzadıkça acının boyu
boğulmuş bir sandala döndü dilim
uzlaştım günebakanlarla, gümüş şamdanlarla
vapurlarsa sallamıyor artık kalbimi
konuk olunmaz bir evin
en sarı odasında buldum acı denen nesneyi
sebeplensin şimdi sırtıma doğru uyuyanlar
acıyı bana bahşeden giz bir ölüme niyetlensin
mermeri tersten okuyan rüzgâr
ağulu yaprakları bunca sevsin…ne gerek!
yazdımsa aşk için
sustumsa aşk ve duvak
unutulmak için uyuyanlar ne bilsin!
geyiklerin ayaklarıyla inerim suya
yüzümü bir çömlek gibi sırlayıp
avuçlarınızda giderim kırılmaya
göçebe kelebekler gördüm…ne tuhaf!
koşarken ardından mordumanlı bir trenin
belli ki yaşamak için aşktı seçilen
tanrı'ya doğru koşan ağaçlar ne bilsin!