mevsim yanıp kavrulan toprak
tende temmuz ateşi
ve asfalt buharında oluşmakta atlet izi
bir adam kamyonu istifliyor
yükü kendinden ağır
aksine zorlanmıyor hiç
hani taşı sıksa
neredeyse suyu çıkacak
oysa bir deri bir kemik kalmış ruhu
ruhu, üflesen uçacak
yemeğe çağırıyor mola sesi...
iştahı kesik
kitaba sarılıyor
ve uykuya dalıyor okurken
pembe saatler geçiyor alın terinden..
gece yarısı işlenen bir cinayet
bir mezar kazılıp
bir kadın konuyor içine
kanadı kırık.
dikkatini çekiyor yüzük izi
yüzük izi..
geceden karanlık
forkliftin düdüğü bölüyor kabusu
kitap yere düşüyor
uçamıyor çalıkuşu
ve senaryosu değişiyor kitabın
tıpkı şu dizilerdeki gibi
revaçta olan neyse, o
sonunu biliyor da adam
yine de ümit ediyor işte
bir pazar günü
refakatçi kalıyor hastanede
dedesi ölüme yaklaşıyor adım adım
ve çaresizlik adamın kanına dokunuyor
aynı ümide sarılmış dedesi
aynı ümit...
gözlerinden okunuyor
manzara uçurum kenarı
bir dal kırılıyor
ve denize düşüyor ardından..
pembe saatler geçiyor
aklında şiirler
yazılmıştı bir zamanlar
nasıl yazıldıysa tarih yüzüğe
onlar da öyle işte..
beş satırla ve kalın puntolarla
Nazım Hikmet Ran
ve Atilla İlhan diye
iki yüzük bir ömür
pembe saatler duruyor
ümitse ölüme inat
yaşamaya devam ediyor