Gözler...
Dağlanmış,
âmâ'lığı, merhametsiz medya'nın
kamaştırmasından olsa gerek.
Dil...
Lanetli ve suskun
konuşmaya gelince
dönmez yemek yediği an'daki gibi.
Yüz...
Maskeli,
baloya gider gibi
kapan peçeli olsa da
ekşi ve çirkin olmasa gerek.
Ölen...
İnsanların kanlı ve yarı-sıcak cesetlerini
taşırken kızılay sedyeleri
bulaşsa da kan
bilirim, yine de katil değilsin sen.
Parası...
hiç yok bir insanken
o takım, bu takım
deplasman, klasman
oley-moley...
ana-avrat düz gidilen stadyumlar da
tuzağa düşmüş o ham ‘seyirci' ve
aptal olmasan gerek.
Yani bilmelisin ki...
Gözlerin her türlü kurtuluş çiçeği'nin
güzelliğine bakmaya yasaklı olsa da
nankör olmamalısın.
Yani bilmelisin ki...
Dilindeki o utanmaz suskunluk
bin şairin top atışları altında
Munzur dağlarının ufkunda gözlemlediği
al şafakla,
dağlara vuran kızıllığın süzülen
o sessiz yakamozu olabilse...
Yani bilmelisin ki...
Yüzümüzdeki maske
Roma arenaların da
kavgaya durmuş kölelerin hem başlığı
hemde,
oley-moley öldürülen
o özgürlük yoksunu
o izlenirken aşğınan ben, sensin oysa...
Ey bebe bedeninde uyuyan halkım…
Ben senin âmâ'sı gözlerin,
Ben senin cüretkâr dilin,
Ben senin gül yüzün,
Ben senin kanser'den sürgünde ölen,
Ben senin yoksul ama cevher sermayen,
Ey halkım...
Ben sakalı uzamış,
Dudağı kırmızı Dersim pekmezi tüten,
Sürgün bir şairim.