Bir zamanlar bir öğretmen vardı
Elinde tahta bavul, boynunda kravat
Gönlü yaylalar gibi geniş ve ovalar gibi rahat
Üstünde mavi gök, ayaklarında yağız toprak
Yolları uzun, yolları tozlu, çamurlu, sararmış yaprak
ve kıvrım kıvrım bir dağ köyüne akardı …
Köy çocukları çalı dibinde açmış kır çiçeği
Bakışları temmuz güneşinden daha sıcak,
Dağ başlarında, engin bozkırlarda okullar vardı kucak kucak
Şenlenirdi yurdun kurdu kuşu, börtü böceği
Yokluk vardı, yoksulluk vardı
Fakat bacalardan duman değil sevgi çıkardı…
Teneke soba etrafında ısınırken çocuklar
O kara tahta başında çoktan derse başlardı
Ne kara kışa, ne esen yele aldırır
Köyün yaşlısı, genci, delisi, akıllısı, kedisi, köpeği
Öğretmen geçerken bir selam atardı…
Bir zamanlar ne öğretmenler günü vardı
Ne yağlı ballı sözler, ne beş yıldızlı otellerde yemekler
Ne dalınan koparılmış karanfiller, güller
Yalnızca dupduru saygı vardı, sevgi vardı…