Yaşamak, ağır bir yükse omuzlarında,
Sönmüşse pırıltısı gözbebeklerinin,
Şen şakrak gülüşler,
çok uzaklarda kalmışsa eğer,
Eş dostta arayıp sormuyorsa artık;
Sen bitmişsin demektir dostum...
Yıkılası dünya, yakılası gençlik,
Bak neler açtı başına!
Hep böyle kokardı güller değil mi?
Hep böyle, mutlu biterdi masallar?
Sonra,
Gökten üç elma düşerdi,
Her biri, birimizin başına...
Neydi yaşamak, unuttum neydi? ..
Hani en yıkık günlerimizde bile,
Deli bir ırmak gibi köpürttüğün mısralar;
''Yaşamak!
Bir ağaç gibi tek ve hür!
Ve bir orman gibi kardeşçesine! ''
Yoksa,
Üst üste koyup acıları kadere küsmek,
Yitik düşler için kış gecelerinde,
Kafanı vurup duvarlara lanet etmek,
Çoluk çocuk, geçim dünyası derken,
Ansızın göçüp gitmek miydi?
Yalın kılıç üstüne gittiklerinden,kaçar gibi?
Herşeyi bir kalemde çöpe, atar gibi?
Pes edip yüreğini şeytana, satar gibi?
Seninle,
karanlık dehlizlerden geçtik omuz omuza...
Taşkın bir seldi yüreğimizdeki coşku...
Gözlerimizde yıldırımlar,
Sarsılmaz bir inançla, bilinmezlere daldık biz!
Ellerimizde umutlar,
Kelle koltukta ölümlere koştuk biz!
Yüzlerimizde cesaretin ışığı,
Delikanlı çağımızın ateşiyle,
Üstümüzde adalet sancağı,
İnsanca bir dünya aradık biz!
Ve sonunda,
Şaşırıp kaldık biz!
Oysa,
Sevgiyi öğretmişlerdi bize,
nefreti bulduk!
Mertliği öğütlemişlerdi bize,
kalleşliği gördük!
Böyle anlatılmamıştı bize dünya,
Sus pus olduk! ..
Aşk dedik;
Yasaklara sardılar!
Özgürlük dedik;
Zincirlere vurdular!
Kan ve gözyaşı döktüler yollarımıza!
Dost bildiklerimiz,
Ve hiç tanımadıklarımız, -nedense-
Düşman olup birdenbire,
Can evimizden vurdular!
Tüm bunlardan sonra yaşam,
Daha da ağırlaştıysa omuzlarında;
Her hüzünlü şarkıda ağlıyorsan umarsız;
Çocuk gülüşleri de ısıtmıyorsa artık yüreğini;
Denizin yakamozlanışı bile, -ki sen bayılırdın buna- anlamsız geliyorsa,
Dilim varmıyor ama sen,
Diz çökmüşsün demektir dostum! ..
Sen ha! ! !
Sen ki karanlığı delen gözlerini çakıp gözlerimize;
'' Güzel günler göreceğiz çocuklar! '' derdin...
Coşardık...
Taze umutlar ekerdin içimize...
Gün yanığı yüzüne, mavi bulutlar konardı bazen,
Gökyüzü olurdu yüzün...
Gökkuşağı gelir yerleşirdi gözlerine,
Işıl ışıl!
Gülerdin bazen,
Günebakan çiçekleri açardı güldüğünde...
Ama kederliydin çoğu zaman...
Dünyanın bütün hüzünlerini toplar gibi, sigaranı yakar,
Bin yıllık aşklardan damıtılmış gibi, içerdin çayını...
Seni ilgilendirmeyen bir şeylere üzülürdün hep;
Töre cinayetleri, masum katiller...
Sokak çocukları, atık sevgiler...
İnsan hakları, savaş çocukları...
Düşünce suçları, görüş günü çocukları...
Yorgun yüzlü babalar ve yoksul çocukları...
Sahipsiz aşklar ve doğmamış çocukları...
Ama hep çocuklar! ..
Yüzlerinde, o çok sevdiğin ülkenin geleceğini görürken
üzüldüğün çocuklar! ..
Sonra ansızın fırlayıp yerinden
Gözlerinde parlayan güneşle gülümser;
''Güzel günler göreceğiz! '' derdin
Ve eklerdin;
''Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var! ''
Bir kat daha büyürdün gözümüzde...
Bilirdik korkusuzluğunu!
Bilirdik pervasızlığını!
Bilirdik, duvarları yıkan adamın;
yıkılmazlığını!
Oysa şimdi,
Kırık kanatlı bir şahin gibi görmek seni,
Dokunuyor insana! ..
''DOĞRUL! '' diye haykırsam
''DOĞRUL BE ADAM, KALK AYAĞA!
TESLİM OLMAK BİR SANA YAKIŞMAZ!
ÖLECEKSEN DE,
BİR AĞAÇ GİBİ AYAKTA ÖL! '' desem;
Bana ''Ama...'' der misin?
Bitik gözlerle bakıp gözlerime,
Beni de bitirir misin! ! !
.