bu sancılı soluklar kaldı geriye
kamışlıkta inleyen acı bir rüzgar gibi
sırı erken dökülmüş aynalar tanımlar bakışımı
sular mı çekildi
anlamı ne bu kum sonsuzunun
belki dalgalarda nabız vururdu yaşamanın ahengi
fırtınaların bile şimdi bildim kıymetini
ıssızlığa terk edilen bir kayık gibi
unuttum
nasıldı denizin rengi...
unuttum nasıldı umut
belki bir ikindi günüydü
ölümünü bekleyen dam dibindeki ihtiyarın yüzünde
karlı zirvelerle tanımladılar ki onu
ki onu kovalamaklara yaşamak dendi
aşılmaz duvar oldu uzaklığının pusu
kirli ve yalınayak çocukların
kahrolan gülüşlerinde yakaladılar
ve her seferinde on beşine varmadan işledi ilk cinayetini
gecenin karanlığında söndü mumu
ve yıldızlar kadar ırak-titrek-imkansız
oysa koyun koyuna uyunmalıydı kardeş ve sevgili gibi
bilmedim nasıldı umudun kokusu
kendimin celladı oldum her şafak sökümünde
gördüm ki hepimiz katiliz haksızlığa sustukça
aşk diye piyasaya sürülen her cendere
son kalan insan yanlarını yağmalarken coşkuların
gördüm ki ilanı aşklarla başlar aşkın ölümü
ve herkes birbirini yiyor,neon ışıklı evlerde
su nasıl vuruyorsa kıyıya cesetleri
gül bülbülü unutuyor kuruduğu yerde
ve hep sordum kendime
hep sordum
su nasıl yıkar kendini
kirletmişse