Sonsuza uzanan bozkırın bilinmez gizeminde
Kara kışla kar altında
Şahmaran gibi uykuya dalan
Sarı sıcaklarında amansız ağustosların
Cenderek yelleri estiği zaman
Üzerinde toz burgaçları kurulan
İnce ve deri bir yoldur hüzün
Nereye varır bilinmez
Bazan savaş- bazan ekmek kavgası
Gidilir gidilir gelinmez...
Hüzündür gözleri körpe gelinin
Gurbet yollarına dikilmiş
Bekler yılları işleyip yüreğinin alnına
Feri biter bakışlarının
Özlemin destanı yazılır
Solgun güllere dönen yüzüne...
Yad elden dönmeyenin dağılır dirliği
Yavuklusu yad koynuna sürülür
Hüzün ki gurbet dönüşlerinde
Açlığın- kıranın yıkamadığı
Yıkan kara haberdir...
Hüzündür
Kısır göğün karnındaki ölü bulut
Anasının yevmiyeci gittiği
Tarlanın anında yatan bebedir
Mor sinekler oğul verir yüzünde
Ala yılan kayıp kanını emer
Babası ister dönsün gayrı gurbetten
İsterse dönmesin varsın...
Susuzluktan yarık yarık yarılmış
Taşa kesmiş sarı göğün altında
Yağmur dualarıdır hüzün
El kadarcık tarlalarda körpe ekinler
Sararıp boyun büker- can çekişir
Yağmayacak yağmurları bekleyen gözdür hüzün
Ve harman yerinde yığılınca çeç
Bin bir çile ile harmanlanarak
Ansızın inen sağanak
Ansızın deliren su
Alır gider bir yılın umudunu
Toprak ağası mübarek
Evlat acısından beter
Hüzün ki... anlatılmaz...
Sonsuza uzanan bozkırın bilinmez gizeminde
Dipsiz bir kuyudur hüzün
Dudaklarda çatlayacak yer kalmayınca
Delik bir kovası vardır kim bilir kimden kalmış
Çekesiye akıp gider bir avuççuk kirli su...
Sevgilim gözlerine bakan gözlerim
Dipsiz kuyularda delik kovadır
Hüzündür... anlatılmaz...