bir kekik kokusu geliyor sözcüklerin dalından...
saçlarının boynuna dokunduğu yer gibi
sanki uzak bir sahil akşamında buluştuk
ikimiz de yorgun argın ayrılıklardan
bu yağmur öncesi bekleyiş... yüreğim çın çın...
gözlerinin derininde kanayan keder gibi.
çiy düşmüş sözlerinin gül goncasına
ben seni tanıyorum
kahrolmayası
bin yıldır aradığımsın...
belki de aşk
deli sağnaklarla
iki yıldırımın çarpışmasıdır
ve iki yüreğin
görmeden
tanımadan araması...
iki dağ selidir bir koyakta buluşan
'belki de tapınağı taşıyan iki sütun'
ben seni biliyorum
yarasını nasıl bilirse herkes
her sözcüğün yaprağında ürperen heyecandan
karanlıkta yolunu bilmesi gibi yabanıl hayvanların
ve kelebeğin gülü
biliyorum
sen o'sun
dikenli bozkırlarda kan-revan koşan
yüreği linç edilmiş türkülerime,
yüreği vatan...
şimdi haykır
çiçek sağnaklarıyla işgal etsin içimdeki bozkırı
sesine ses arayan sonsuzun
bir insanı tanımak
bir ummanı tanımak gibi
aşksızlığa bahane
ki acı bir yanılsamadır... yıkar ömrünü
çoğunun insanım sandığı...
herkesin bir o'su vardır
görür görmez tanıdığı...
gecelerde menzilsiz bir atlıyken yüreğim
sözcükler
yoluma sağnak inen vahşisarı ayışığı...
belki de ömrümüzün tortusu
sevinç kelebeğinden
parmak uçlarında kalan toz
ve gözyaşındaki tuz
ömrümüz sevgilim
tut ki kuru yapraktır rüzgarlarda savrulan
ve geriye kalan... coşkulardır yalnızca
anların kıvrımında saklanan
gerisi yalan...
ben seni tanıyorum
yitik güzelliklerden kalan
ıssızlığın ortasında
bir hazin şarkısın
eski bir gramofonda çalan...