[A] >  [Abdullah Karabağ Şiirleri] > Bir Yürek Çeşnisidir Yaşamak Şiiri
Sponsored Links

Abdullah Karabağ - Bir Yürek Çeşnisidir Yaşamak

Gönderen:nzlelif
Eklendi:
Yeni Şiir Eklemek İçin Tıklayın Şiir Ekle      Hata DüzeltHata Düzelt
Yapısı olmayan ne var ki, ama en güzeli
Meyvesi sözcük, dili akıl olan ağacındır.

Havada bir şey yok, hava basık, hava asık
Ben ararım, o döner, ben yanarım, o arar.
Bir ağaç, kolları havada sanki yağmur
Duasında.
Yapısı olmayan ne var ki, ama en güzeli
Meyvesi sözcük, dili akıl olan ağacındır.
Birlikte baş koyduk, birlikte başladık
Destan gibi insanlık serüvenimize.

Gündüzleri, çözdük güneş'in uçan yelesiyle
Ya geceleri, daimî bir yıldız var tepemizde,
Havaîmavi havadan
Altın rengi teller, sırma saçtan da olabilir.
Tepemizdeki yıldızdan sarkıtılmış tellerin
Uçlarında, kapakları yaldızlı kutsal kitaplar:
Beş büyük kitap, dördünü anladık, biri kime?
Güneş mi okur, gökler mi dinler, sözü bana mı;
Ağaç evrense, evren mi okur, yazısı bana mı?

Herkese, her şeyden daha nice kitaplar...
Hava aç, ağaç meyve yüklü, evren mahzen gibi
Dallar esner, sayfalı sürgünler dalgalanır.
Sessizliğin dudakları mı kıpırdar, kitapların mı,
Altındayım bu acayip ağacın, kulaklarımda sesler
Ve önündeyim açık kitapların, bakan gözlerin.
Ne zamandan beri mi bu haldeyim,
Ey okuyan başlar;
Ne bileyim ben, oturmuşum zaman tahtına
Tek parçadan ibaret ak bir giysiye bürünmüşüm!

Başım, ellerim, ayaklarım ve bir omzum çıplak
Ben dönerim, ağaç yanar; ben yanarım, ağaç donar.
Ellerim havada, yaldızlı yıldızdan el istercesine,
Yakarışımın sebebi karşımda, çatısız ve ahşap
Bir yapı: dört ayrık duvar.
Her duvarında üçer pencere var, dönme dolap gibi
Yapının mimarî kaidesi.
Ben bakarım, yapı döner; ben okur, yapı yanar.
Pencerelerde dönen yürek gözlü dünyalar var.
Ben yanarım, yapı yanar, yürek ateşten kanar:
Dünya döner!

Söylencesi olmayan, ne var ki, ama en kalıcısı
Meyvesi uygar, zekâsı yazılı bellek, olanındır.
Gördüm! Gördüm! Ben kana kana yanarken!
Köşelerinde, ayrık duvarlar arasında birer yılan,
Bazan kıvrılır yere, bazan boylanırlar duvar
Boyunca dört haydari yakalı yılan.
Bazan da gürleşip dikenleşirler duvardan duvara.
Denilir ki duvarların birleşmesine mâni olurlar.

Hal bu üzre; bir yürek çeşitlemesidir yaşamak.
Hal bu üzre hal; bir yürek çeşnisidir yaşamak.
Hal bu üzre haldır ki pencerelerden
Okunacak yankısı.

1.
Ben yanarım, yapıdaki yürekler yanar, döner.
Birinci duvarın birinci penceresindeki
Yaratan gözlü yürek döner, kanar:
İnanmak! İnanmak ve inandığına bağlanmak,
Be, hey bende kendi benliklerini bulanlar!
Bendim siz yokken patlayarak yaratılan,
Milyonlarca yıl kabuğunda cayır cayır yanan,
Eriyen ve savrulan, yuvarlanıp katılaşan,
Evrenin sonsuzluğunda ıssızlığını dolduran
Göksel adaları, takımyıldızları ve tüm yıldızları,
Özle, tözle, gazla ve ışık elmasıyla düzenleyen
Ve hepsini ışık yılıyla ve kendi yerçekimleriyle
Konumlandıran;
Be, hey yanan, senden önce yanarken yaratan
Bendim!

Daha ne Nuh vardı, ne işbilir gemi ustaları,
Kor tanecikli, uçan gemimle gezdim
Yıldızları ve yıldız kentlerini, başkentlerini.
Geze geze vardım Samanyolu'na ve kondum,
Gazsal diskine attım kancaları, demirlendim.
Güneş'i de âşık etmişim güzel yüzüne, aşkıma
Bir sistem gerek dedim, dizdim gezegenleri.
Yalnızlık, Tanrı'ya mahsus, Ay gibi bir dostun
Var!

Ben dönerken o döner, içimdeki güneşe yanarım.

İnanmak! İnanmak ve tapmak, varolmak içindir!
Ben mi yarattım, evren miydi tapınan ya da kim,
Garip bir soru; hareketin arzulu hırsından mı
Doğduk?

Bu bilmecede; beni, ben eden bizzat bendim.

Güneş yakar, ben dönerim, Ay tutar hesabımızı.
Ne varsa dönmekte var, dedi hareketimizdeki ses.
Döndüm! Döndüm! Döndüm! Ben yana yana
Pişerken!
Soğudum: taş oldum, hava oldum, bulut oldum.
Çözüldüm: toprak oldum, süzüldüm su oldum.
Denizdeki dost yunus'tan önceki yabanıl yunus
Havadaki güvercinden önceki albenili güvercin
Eden bahçesindeki Âdem'den önceki nü adam
Eden bahçesindeki Havva'dan önceki nü kadın,
Bendim! Bendim! Bendim! Bendeki edenlik
Yana yana yaratılırken!

Hal bu üzre; bir yürek çeşnisidir yaratılmak.
Hal bu üzre hal; bir yürek yanmasıdır yaşamak.
Hal bu üzre haldır ki devamı var, yaşanacak!

2.
Ben, üreten gözlü yürek, Güneş'ten ateşi yakan
Damardaki kan gibi akan, çırılçıplak, yalın ayak,
Birinci duvarın ikinci penceresinden sesleniyorum:
Yediveren gözlü yüreğim, yüreğiniz gibi size yakın.
Yokolmamak için yaşam mücadelesinde bilenmek
Yani açlıktan, yokluktan ve barınaksızlıktan...
Kırılmamak
Yani yaşamak için üretmek, emekle, güne erişmek.
İşte bunun içindir ki kavgalıyım doğayla, kavgam,
Yaşamak içindir.

Cesurdum evrimin basamaklarını bir bir çıkarken.

Koşadönerim, boşa dönerim, her adımda yanarım.
Ah, şu ormanlar, dağdan çetin dikenli ağaçlar!
Doymak ya da lokmasızlıktan ulu orta gebermek.
Aç mideye lokma, başıma bir sığınak için
Didinmek...didinmek. Didinmek: aramaktır!
Ey üreten gözlüm, devşiren yürek, saf yüreklim,
Aradığını bulmak ve avladığını paylaşmak
Sevilmektir, sevgiyi yeniden üretebilmektir!

Boş durmak açlıktır, açlık öldürür, uyandırmalı,
Buyruğunu, beyin değil, aç güdüler buyurur.
Dolaşmalı, gezmeli, toplamalı hazır yiyecekleri
Çıkarsa şansımıza bir av, onu da çevirmeli.
A, şunlara bakın, onlar da çıplak, sürü halindeler!
Kimi dik duruyor iki ayak üzerinde,
Kimi dört ayaklı.
Kimisi de bize benziyor, namahremleri kapalı;
Ar damarlarımız mı kabarmış, korunmaktır
Maksadımız.
Üretmek birleşmektir, çoğalmalı soyumuz
Acaba, hangimizden doğacak güzel insanımız?

Yaşamak, değişimin yolunda ilerlemektir.
Bir dal mı kırsam, bir taş mı taşısam,
Donanımsızlık, kuşa kurda yem olmaktır.
Kazanmak için taştan alet mi yapsam,
Becerikli insanmış, diyecekler öykümü
Nice sonra yazanlar.
Hoşuma giderdi bu sözler, üreten gözlü yüreğim.
Ben ne idim, bende bir ben yanar: İnsan olmak
İçin!
İlk otu ayıklarken, olgun meyveleri tadarken
Sopayla, taşla av peşinde düşüp koşarken
İlk kapalı barınağa girip, tabanına ot sererken...
Karınca kararınca biraz daha yaklaşıyordum
Siz'e.

Ben, ne idim, bendim: üretilen ve yeniden
Büyüyen yürek.

Alev gibi titriyorum buzulun havasından,
Yüreğim, pencerenizdeki üreten gözlü yürektir
Yanıyorum ölüm-dirim köprüsünde.
Ah, bir düşünebilsem!
Bir mağara mı bulsam, bir oyuk mu açsam;
Düşünmek, kazanılanı korumak
Ve geliştirmek içindir.

Bendim, benden bir ben doğar, benden ileri:
İnsan olmak için!

Taştan baltayı, el baltasını, huşağacından eşyayı
Yaban elde dev mamudu, bizonu ve rengeyiğini
Korunaklarda domuzu, suda ve denizde balığı
Ve daha nicelerini avlayan, derilerinden giyecek
Dişlerinden ve kemiklerinden takılar yapan;
Kıldan fırçayı, topraktan ve ottan boyayı bulan
Ve tohumdan ekini, üründen taneyi ve ekmeği
Ve kilden testiyi, bezeli çanak çömleği
Ve bakırdan, tunçtan ve demirden işlemeli
Bilcümlesini;
Ve kazıklara binili havadar sahil evlerini,
Kayadan oyma mezarları ve daha neleri
Sizler için yaparken yanan üreten gözlü yürek,
Bendim!

Yanarım! Yanarım! Yürekten yanar dövülürüm!

Elim, uzunsun, uzan sarışın insanların yurduna,
Neander Vadisi'nde, taş yongadan çakmaktaşım
Çıkar, koyuver üzerine kavını, çakıver demirini,
Tutuştur sigaranı, ateşim yoluna meşaledir.
Unutma, uğra Vogelhard Mağarası'na da,
Çizimlerim duvarda: resimlerimi gör de gel!
Vay, bendim...bendim ressamların: ol piri!

Lokma derdi, o kadar ruhumuza kazınmıştı ki
Yaşamak bir masal gibi, resimdeki gibi değil.

Ah, ben ne idim, elimin sanatkâr efendisi!
Geçersen sarışın insanların yurdundan batıya,
Yorulursan, dinlen Dordogne Mağaraları'nda.
Aldırma, yürürsen açılır tutulan ayakların,
Yolun devamı sıra sıra dağlardır: Pireneler.
Vay, elim, Altamira Mağarası'nda resimlerim,
Santander'in kızı Maria'nın çocuk gözleriyle
Bak onlara!
Bir de kendi gözlerinle, bir de benim gözlerimle,
Sen bakarken, sen okurken ben, yeni resmimde
Yanarım!

Elim uzunsun: çok elli, telli direkli koca yüreksin,
Durma uzan, kaşım gibi kara insanların kıtasına
Sanlar Mağarası'nda boyam, fırçam, resimlerim.

Tellisin elim, çok tellisin, gönlümün resmisin,
Memleket havasındasın:
Salın Katran Dağı-Karain Mağarası'na!
Salın Palan Vadisi-Keçiler Mağarası'na!
Var, salın Yedisalkım-Kızlar Mağarası'na!

Elim, varsa dizinde derman, git başka ellere de!

Üreten gözlü yüreğim, dört odalı kubbedir sana,
Çiz, kazı, boya duvarlarına bütün gördüklerini!

Hal bu üzre; bir yürek resmidir çalışmak.
Hal bu üzre hal; bir yürek çeşnisidir yaşamak.
Hal bu üzre haldır ki bir yürek ateşidir egemenlik
Ve kendi penceresinden görülecek alfabesi.

3.
Tufan'dan önce, Tufan'dan sonra da bendim
Egemen gözlü yürek.
Islıklanıyorsam rüzgârla, taşlanıyorsam doluyla,
Doluyorsam yağmurla,
Kar örtüyorsa yollarımı, yüküm ağırdır, ondan.
Tarihsel bir zorunluluk, nedeni, bendeki
Benlik bilinmezliğinde gizli;
Egemen gözlü yüreğim, benden başlar
Egemenlik.

Güçlü olmakta hak, ortaklıktır: biz, siz, onlar...
Biriz ve biziz, kardeşçe yaşamalıyız.
Bu düzenin anahtarı bizde, kilidi sizdedir,
Haksız mıyım;
Ancak gelişip güçlenen benlerimizle kurtuluruz.
Nasıl ki yassı bir taşı fırlatıyorsam durgun suya,
Seke seke uçup varıyorsa karşı yakaya,
O halde; egemenlik, bizim için olursa
Ortakça gelişerek ilerleyeceğiz.

Yanarım acemi gücün güçsüzlüğünden,
Yanar yüreğim bilincin acemiliğinden!

Çetin dağlar, uçurumlu ve dumanlı vadiler,
Vahşi ve yırtıcı hayvanlar.
Aynalı pınarlar, bakir topraklar,
Çığıl çığıl dereler, asi ırmaklar ve nehirler.
Sepetimde kestane, meşe palamudu ve ceviz
Kolumda demir uçlu ok, avadanlığım...
Ve ben, avcıyım.

Çalıyla çevrili meramda koyun, keçi...
Ve kapıda yavuz köpeğim.
Ocakta tüten ateşim, tavada yağım ve kuşum
Fırında ekmeğim, kazanda sıcak suyum.
Ve bahçede yeşil sebze, tarlada ekinim.
Evde neşem: aileden geleceğim...çocuklarım.
Ve biz, topraktan ürün almasını bilen insanız!
Bana daha fazla şey gerek iyi yaşamak için.
Ne kadar çok şeye sahipsem o kadar güçlüyüm,
O kadar güvencedeyim,
Ve o kadar da egemenim, demektir.

Yanarım sessiz, yaşarım gerçek ile düş arasında.

Egemen gözlü yüreğim ben; egemenlik,
Her zaman dost değil yüreğe, akıl kârıdır,
Onunla başlar, onunla sürer.
Bir hayal midir benimki yoksa bir umut mu:
Deneyerek değiştirirken öğrenmek
Ve yaşarken korkuları çekip atabilmek.
Aşılamayacak gibi görünen fakat aşılabilecek
Her zorun başında, daha ilk düğümün
Ucundayken beni alıkoyan, beni düşüren
Bendeki bensiz bir ben'dir!

Ben, derken haksız mıyım, bakın, şu yamaç,
Ne yamaç,
Gücüm, kuvvetim sarmıyor yol açıp aşmaya.
Bakın, şu dağlar çok başlı, ok gibi sivri dağlar
Yukarıda; gök mavi, gök güzel, gök aydınlık.
Yukarıda olmak, aşağılara egemen olmaktır!
Ellerim, kocaman ayaklarım, başım, mızrağım
Her şeyimle hazırım.
Gel, gör ki gücüm yetmiyor yücesine varmaya,
Varıp avlanmaya.

Düşüne düşüne düş oldum.
Bir tanrılar ordusu mu kursam,
Göklerin ve yerin anası ve onlara can veren
Sümerler'in tanrıçası Nammu'yu mu ansam?
Ruhumdan bin yara açılır, kanar, ben yanarım
Tanrıların, insan tanımasızlığından.
Bizi, boğan vahşi yaşamın canavarlarına karşı
Babil'in kudretli tanrısı Marduk'a mı gitsem?

Salınırım bugünün dününden karanlık dünlerine,
İçimde bir derinlik, boşluk ile arasında yanarım!

Kazar, sürer, hazırlarım bahçemdeki ekenekleri
Tohum ekmeğe.
Olur ya, kimi yıllar dağ ayaklanır, silker karını
Bahar havası gevşetmeleriyle,
Vadiler çağlar, dere bulanır, ırmak azar ve taşar.
Hasat mevsimine ne kaldı ki, söker başak yüklü
Ekini, çiçeğe dizilmiş bostanlığı...
Vay, emeğim, vay, eşim, aç boğazların ağrıları;
Felaket, yokluk, yoksulluk...bize, kimin gazabı!

Bize, birçok tanrı mı gerek veya birçok değil,
Kudreti büyük, hakim bir ilahi güç mü gerek?

Eski Mısırlılar'ın on dört kişilikli tanrısı
Ra'yı mı yaratsam?
Ya da fırtınaların dizginlenmesi ya da
Deliren suların taşmamaları için,
Kutsal Olympos'un efendisi tanrı Zeus'a mı
Gitsem?
Ve buğdayın, arpanın, çavdarın, yulafın, mısırın
Ve üzümün, incirin, kirazın ve kovandaki balın
Yani gani gani kazancın elde edilmesi için,
Anadolu'nun bereket tanrıçası
Kybele'ye mi tapsam?

Yanarım! Ruhsal arayışın sorgusunda yanarım!

Egemen gözlü yüreğim, güçsüzsen, güçsüzlük,
İktidarsızlıktır, iktidarsızsan egemen olamazsın.

Ölümsüzlük için kesilirim kurbanlarla,
Yakılırım adaklarla.
Dans ederim coşkuyla, dua ederim
Huzurlu günlere dair.
Et ve tırnak gibidir bizde ölüm ve kalım,
İnsanca bir yaşama kavuşmaktır dileğim.
Kimden dilesem, gökten mi, yerden mi;
Tanrılaştırılıp tapılan senin gibi benden mı?
Firavun diyecekler sanıma ve piramitler
Dikilecek adıma yüz binlerce köle eliyle!

Ve ben egemen yüreğim, yazdım saraylara,
Konut gibi mezarlara,
Yazdım resimli yazının, çivi yazısının
En okunaklısını.
Saltanatın en görkemlisiyle
Ve fermanın en kanlısıyla
Yerleştim mermer, mozaik döşeli salonlara
Ve tapınaklara.
Ve ben; saltanatım, ordular gönderdim
Hattuşaş'tan Kadeş'e
Ve ben; saltanatım, ordular gönderdim
Pella'dan Persepolis'e
Ve ben; saltanatım, ordular gönderdim
Roma'dan Kudüs'e!
Ve ben, imparatorum, gökteki tanrıların
Gölgesi isem
Kara ve deniz az gelir, yerin altını da
Yönetmek isterim!
Ve biz; saltanatın askeriyiz, bir orduyla bekleriz
Sarı İmparator Huang Di'nin yeraltı mezarını.
Egemen gözlü yüreğim ben,
İşin başındayım henüz ama sizin için bir sonraki
Zaman şeridine şöyle bir daldım:
Pencerenizden devlet ve saltanat olarak
Göründüm.

Bu yürek, egemen gözlü yürekse, olmalı iktidar!

Yer, dedim ve yeraltı ve gök: üç katlı egemenlik.
Üçlü dünyayı yönetmek için bana
Bir şaman mı gerek?
Tanrılık mı, desem ismine, insanlık mı desem
Hükümranlıktan hükümlü seyrine,
Yanarım saltanatlı yürek derdine birçok tanrıdan.

Egemen gözlü yüreğim, ne doyumsuz yüreksin!

Salın da var Knosos'a, Mavi Yunuslar Sarayı'na,
Kadın egemenliğini, kadın güzelliğini gör de
Kuşan!
Gir çarkına t a l i h t a n r ı ç a s ı Fortuna'nın,
Dön, salın
Fırat Suyu'ndan aşağı, Uruk-İştar Tapınağı'na,
Tanrıçaların mutsuzluğunu
Ve kadın kıskançlığını gör de düşün!
Dön, salın,
Var yürek uçuşuyla Kartaca Sarayı'na,
Aşk'ı için bedenini yakan kraliçenin külünü
Der de gel!
Gel, molasında acı kahvenin, nehir yazlığına;
Zeugma'da, iki yüzlü bir tanrının su perisi
Şarkısıyla, sulara gömülü kaldı
Egemen gözlü yüreğim!

Ne yürektir, pencerenizdeki egemen yüreğim!

Hal bu üzre; bir yaşam bilincidir egemen olmak.
Hal bu üzre hal; bir yürek savunmasıdır yaşamak.
Hal bu üzre haldır ki bir yürek vuruşmasıdır
Savaşmak
Ve kendi penceresinden betimlenecek görüntüsü.

4.
Yüreğim, savaş gözlü yürektir, vuruşu çataldır
Derindendir kaynayışı, bakışına göredir bakışı
Yürek meydanında yanarken cana candır ateşi.
Savaş gözlü yürektir yüreğim, kapışa duruşu,
Çelik kanatlı bir kartal gibi göğüs göğüsedir
Dar günümde kovaladığında uğursuz karanlığı.

De ki, ey zaman, istemem birilerinin
Onun arkasından konuşmasını,
‘Kandan kına yakılmaz' yazdırmışlar
Tahtasına mazinin,
Kanı su gibi akıtanlar!
De ki, ey yazan, boşuna yakınıp durmuşlar
Sohbetin laf ustaları,
Barışın ana tanrıçasını, kartal kanatlarımla
Ben indirdim düze!

Yüreğinizdir yüreğim, savaş gözlü yürektir,
Diyorsam,
Savaş, yaş künyemize savaş olarak
Kazılmamıştı henüz.
Ömür kısa, yol uzun ve ben, insana oyuncu;
Oynadım, geldim
Çağlar öncesini ve çağları bir aktör gözüyle.

Acaba kaçıncı defaydı, gökteki kabileler mi
Savaşıyordu:
Göğün karnı ateşlenir, gürler ve yıldırım düşer,
Yakar düştüğü yeri,
Tek düştüğü yeri yakmaz ateş, çevresini de
Yakar.
Aydınlanır yer, kararır yer, aydınlanır...kararır,
Kararır...aydınlanır...gözlerim, ateşten kör!
Korkuyor muyum, dedim fırtına tanrılarını
Sesime katarak?
Korkunun, ecele faydası yok, yaşamı belledim.
Ve savaşı belledim: doludan vurmayı
Yıldırımdan yakmayı
Aslandan kükremeyi, şahinden pençeyi
Ve tilkiden fendiliği!

Yüreğim, pencerenizdeki savaş gözlü yürektir.

Göçebe ve avcılıktır görünüşüm, hem gezdirir,
Hem silahlandırır.
Daha iyi ve isabetli bir silah lâzım bana, dedim.
Esnek ağaçtan ve porsukağacından yay için
Dallar seçtim, çubuğun çeliğinden sap,
Uçlarına temren ve arkalarına telek taktım.
Sonra boynuz ve sinir, tunç ve demir kullandım.
Asıl savaşı ve savaşmayı, benzerlerimize karşı
Vermişiz.

Silahlı olmak, yalnız olmak mıdır, beraberiz!
Büyüklerimiz, kadınlarımız, arkadaşlarım...
Ve tekmil kabilem ve diğer kabileler.
Ünlülerden bazılarının isimlerini sayayım size:
Aslangözlü, Geyik Postunda Oğlan, Kuzudilli,
Kemik Kemiren, Kuş Sesli, Diken Çıkaran...
Ve daha başkaları, parmak parmak saymalı
Gözünü budaktan esirgemeyen aşiret erini:
Sürek avında izcilerimiz ve çığır açanlarımız
Yol bağlayanlarımız ve kuş çağıranlarımız;
Can ganimetinde, yabandan kadın ve erkek
Kaldıranlarımız.
Güzel günümüzde oyun oynayanlarımız
Şarkı söyleyenlerimiz.
Ve yakarışımızda yalvacımız,
Yasımızda, ölü kaldırıcılar ve mezarcılarımız.
Selden, afetten ve büyük çarpışmalardan sonra
Bizleri, “bir başa, bir taş hesabı”ndan geçiren
Sivil ve askeri şeflerimiz,
Ve onları yöneten büyük şefimiz.

Savaş gözlü yüreğimdir yürekliler seferinde.

Ömür bir savaştır; ömür çeker, ömür devreder.
Sayısız kadının rahmine akan bir damla sudan
Savaşımın ve zaferin en meşrusuyla doğdum,
Savaş tarihinin hiçbir sayfasına yazılmadı
Bu kutsal savaş.

Yaş kütüğüne yas biner, savaşla gelen,
Savaşla mı gider?
Hem düşman çok, hem de yok: her ikisinin
Prangasında yanarım!

Vurulmak, an meselesi, pis gözlü bir sürüngen
Bile, çat, diye çarpabilir.
Akşamaları, dışarı çıkmak tuzak, zaten
Yaşamın kendisi, tuzakların cadı kazanı gibi.
Hal böyleyse, güvenlik içinde olmak
Ve yaşamın sürdürülmesi için silahlanmalı.
Başka türlü de silahlandım:
Silahlandım, yay ettim sevgimi, silahlandım,
Ok ettim kalbimi!

Yüreğim, savaş gözlü yüreğinize bakakalırken:
“Ölmekten korkulur mu” dedi birileri,
“Yeniden dirilmek varsa? ”
Ve devam etti geçmişin ve geleceğin karmaşık
Fikir yürütmesine:
“Ruhumu çözeyim derken çözüldüm, buluştum
Ölen atalarımızın ruhlarıyla! ”
“Ölmek, ruhların meclisinde tekrar bir arada
Olmaksa,” dedi, yeni kesilen boğayı yüzen biri,
“Yüzün derimi, sıyırın etimi, balçık bir bedene
Yerleştirin kemik kurgumu, gömün mezara,
Ölü Deniz'e nazır.
Ölü bir deniz gibi ölüm mü saçacak
Balçık bedenim,
Ben, hiç ölmedim ki, yaratıcı ellerinizde
Yaşıyorum, açın ellerinizi, bakın avuçlarınıza,
Beni görürsünüz! ”

“Yüreğim, savaş gözlü yürektir,” dedi biri.
Sevdiği ölü şefin dolaşan ruhuyla konuştuğunu
Israrla iddia eden bir avcı başıydı
Bu kara saçlı adam.
“Şimdi dar bir yerdeyim, odur ruhumdaki:
Zağroslar'da, Yarmo'da ya da Ergani'de,
Çayönü'nde taş örtülü bir mezarda mıyım...
Kanarım göç halinde, yanarım hiç halinde,
Ben nerdeyim?
Bir başka göçenle miyim,
Belki de Nil serinliğinde, Krallar Vadisi'nde
Bir mekândayım,
Kral oğlu kral Tutanhamon,
Benden çok sonraları gelmiş olacak? ”

“Yüreğim, silahsız savaş gözlü yürektir,”
Dedi, tek gözlü birisi.
“Dinleyin, beni, geleceğin sesidir sözlerim,
Sesim tanıktır buna; bende yanan hak,
Silahsız savaşma hakkıdır!
Yuvada yavru, memede ağız zamanıydı,
Güneş, havada tutsaktı ve tutsaklığında
Yalım yalım yanıyordu.
Ve ben, ateşimde ateşinizle eriye eriye yanarken
Göklerin savaşını ve havanın puştluğunu gördüm.
Yaşadım Güneş'in savaşımını,
Duyumsadım ışığın korkusuzluğunu.
Bir daha yaşadık zamanın bel kırmasını:
Hastalar yataktan kalkamaz oldu
Yaşlıların revan kervanı bozuldu,
Daldan, havadan mercan gözlü kuşlar düştü...
Bebeler soldu bebeler, ne ölümlerle acılandı
Gümrah boylarımız!
Yüreklerimiz, savaş gözlü yürek olsun
Soykırımın böylesine karşı!
Ve bu savaşı da kazanmalıyız, dedik,
Koştuk su boylarına.
Kaça kaça gitmez olaydık,
İnsanın, insana düşmanlığını savaş olarak,
Oralarda meslek haline getirmişiz.”

Yüreğim savaş gözlü yürektir, yazıya dönüktür.

Ey yazıcı, yaz kamış kaleminle tablet yüreğime!
İşle ki, geldiler sarı sıcak altında çölleri aşarak
Geldiler develeriyle, sızdılar silahlı çobanlarıyla;
Akad'ı yurt edindi, Akad'ı başkent eyledi Sargon.
Ordular kurdu yağma için, talan için, krallık için,
Ur'u, Uruk'u, Eridu'yu, Lagaş'ı...kuşatıp
Ele geçirdi imparatorluk için.
Tapınaktaki rahibi, kanaldaki suyu, bahçedeki
Hurmayı, ambardaki tahılı, avludaki boğayı...
Ocaktaki tuncu, bakırı, demiri ve çalışanları
Mülk edindi.

Yüreğim, savaş gözlü yürektir, işleyene açıktır.

Ey yazıcı, yaz kamış kaleminle tablet yüreğime,
İşle ki, geldiler kona göçe batı topraklarından,
Servetine vurulup gelmişler güzelim Babil'in
Ve onlardan, Babil'i Babil eden kanuncu kral
Hammurabi!

Ey yazıcı, kaz elmas kaleminle
Yüreğimin orta levhasına,
İşle ki, kuzeyden geldiler dalgalı bir nehir gibi,
Savaş arabalarıyla, öldürücü silahlarıyla
Ve eğitilmiş, zalim savaşçılarıyla,
Rütbeli köylü ordusuyla geldiler
“Tanrı Kapısı” kentin surlarına dayandılar!
Yağmalandı Babil...yağmalandı Babil...
Yağmalandı.

Ve binlerce yıl sonra, yine yanar belâsına
Mezopotamya!
Oku yazıcı, yüreğimden oku, çağın kanamasını,
Bağdat caddelerinde dehşet manzaraları
Tıpkı zehirli gazla yakılan
Kürt'ün Halepçe'si gibi!

Hal bu üzre; bir uygarlık aşamasıdır savaşmak.
Hal bu üzre hal; bir yürek kanamasıdır yaşamak.
Hal bu üzre haldır ki bir emek koşumudur
Ezilmek
Ve kendi penceresinden izlenecek ışıması.

5.
Şafağın alaca seyrinde bir karaca yavrusu,
Filize gebe toprak gibi kıpırdayan yüreğiyle
Yanar düşümde, ateşin vahşi çalınışından
Geçen zamanın bende kalan sahnesinde;
Seyrine, dolu dolu kanayan ezilen gözlü
Yüreğim.

Benden habersiz, gönüle damlayan yürek,
Sılada değil, savaştasın bir zorlu savaşta,
Savaşın beli, tutan eli, susan dili sendedir.

Derler ki tanrı beyanıdır, baş üstüne, baş ola!

Okutup büyütemezdim seni, bilim okulunda
Kuşandırıp silahlandıramazdım seni,
Bilinç ülkesinde!

Anla, anlamalısın beni, ezilen gözlü yüreğim!
Niçin günahkâr olalım, elmayı ısırdık diye,
İnsanca sevdik kadını, bölüştük elmasını,
Niçin savaşalım, insanca yaşamak varken
Ama koymazlar bizi, bizim devran halimize.

Emir, “kendini tanı” diyen Apollon'dan mı?
Genciz, evliyiz ve evden yana: dön yüzlüyüz!
Emir, demiri kesmez, bizi keser, söz olmaz başa.
Giderim, bir yüreğim helen'dir, giderim,
Bir yüreğim ölendir.
Ve piyadeler yürür, yol uzun, gözler uykulu.
Uzun mızraklar, iki ağızlı kılıçlar ve kamalar
Yuvarlak kalkanlar... ölüm tanrı ve tanrıçaları.
Zaman benim, destan benim, yazdıran benim,
Truva önlerinde Hektor, Aşil...hani, ötekiler
Ya benim ismim; nerdeyiz, ey isimsizler?

Hazinem, zamanların müzesidir, tarih benim,
Homeros dünkü ozan.

Truvalı'yım, Egeli'yim...bu kanlı kırımın
Sebebi
Menelas mı,
Paris için Truva'ya kaçırılan Helen güzeli,
Helena mıdır?

Ezilen gözlü yüreğim, isimsizdir yürüyüşün
Sen, benzerinle ezilen bir yürek oldun olalı.

Çıkarsın yollara, sürülürsün alanlara, savaşlara!

Ve piyadeler yürür, yürek geride, adımlar ileride.
Yürür, savaçı ordusuyla Kenan diyarına, Mısır'a,
Yürür, Kral Filip'in oğlu Büyük İskender
Persiya'ya, Hint'e;
Uğrar ondan önce sefer üzeri Susa'ya,
Yürür bin üç yüz on ton altın ve gümüşe!

Ve ben; Makedonyalı, Egeli ve Frigyalı'yım...
Bir kızım var sekiz yaşında, defne taneli
Gerdanlık takar.
Ve Atina sokaklarında delice zekâlı bir filozof,
Elinde fener, gündüzleri kendini arar,
Kızımı arar,
Ne savaşan beni, ne Aristo'nun zeki öğrencisi
Büyük İskender'i arar.

Vurulmak; ezilmenin ve kazanmanın turasıdır.
Yüreğim ezilen gözlü yürektir, eştir yüreğinize!

Geleceğe koşumlu zaman göçünün atlısıyım,
Koşturmak, dörtnala alabilmek içindir yolu
Kamçılıyorum yüreğimi, yürekler kamçılıdır.

Kan kaynar, kanlı eğlence kaynar bu şehir
Savaş! Savaş! Bir savaş narasıdır Roma!
Orduya katılmak yani ölmek ve öldürmek
En büyük onurudur Romalı yurttaşın.
Onursuzluk, savaşmak istemeyenlerin payesi.
Ve zırhlı piyadeler yürür, süvariler yürür,
Kocaman kalkanları ve ağır mızraklarıyla,
Deri miğferleri ve demir baldır zırhlarıyla
Yürürler, denizden karaya ve karadan denize.

Akdeniz, bir savaş denizidir: Roma'ya!
Akdeniz, bir ganimet denizidir: Roma'ya!

Togalı konsül bağıradursun Senato'da,
Ötüşünden tanırım puhu kuşunu;
Bir oğlum, Tivoli'de bir villada hizmetçi
Ve torunum ve yoldaşları Spartaküs askeri,
Tiber Irmağı kıyısında asılacaklar!

Okudukça öykünü, zamanın baskısından
Bir masal tadında akıyorsun damlalarla.

Ezilen gözlü yüreğim, ben, akışında yanarım.
Seyir defterindedir tutsaklığım, ona kanarım.
Kaptan sevinci kahırdır, işim gücüm de kahır,
Koca bir esir gemisi gibi hınca hınç kahır.
Zaman açık deniz, yüreğim yaslı esir gemisi,
Deniz onu kucaklar, o denizi, götürür kıyılara.
Yüküm kara, hüznüm kara, öfkem ateş karası,
Afrikalı'yım;
Kalın pazulu, zincire mahkûm
Bir kürek mahkûmuyum
Gemici Prens Henri flâmalı tacir gemisinde.
Şaklatır sırtımda yağlı kırbacını tayfa başı,
Kaç liman dolaşır, kaç el değiştirir ömrüm!
Bir yüreğim köle pazarında, açık artırmada
Bir yüreğim tarlada mahzun: afrikamenekşesi.

Ve ben; ezilen yürek, tepeden tırnağa ezilen!
Ve ben, aziz insan, Nineve tanrıçası Anaitis
Tarafından seçilen ve kırmızılarla donatılan,
Halka açık bir alanda bir rahibeyle seviştirilen
Ve altın kaplı bir yorgana sardırılıp yakılan
Kurban sevgili, benim: tanrıça saltanatlarına!
Bilmem, kaç zalimin sunağında kanlı başım,
Tanrılar aç, tanrıçalar doyumsuzdur insana.
Okutur sayfasında zaferini zamanın zalimi,
Bir başka diyarda, Elora'nın kutsal yerinde:
Kailasantha Tapınağı'nda kurban, benim.

Şaklatır sillesini suratımda işgâlci ordu başı!
İspanyol Cortes'i şaşkına çeviren Aztekler,
Tapınak piramidinin tepesindeki kurbanlık
İnsan da bendim
Güzel başkent yağmalanıp yıkılmadan önce.

Geçen zamandan aldım celbi, ezilen yüreğim,
Kurşunî bir bulut dolaşıyordu evimizin üstünde
Ben çıkarken,
Bir de sakat bir dilenci vardı kilisenin bahçesinde.
Kızıl sakallı Piyer Amca uğurladı beni askere.
Eşim yeni doğurmuştu, bebeğin isim babası da
Piyer Amca'ydı.
Meğer havadaki uğursuz bulut savaşa çağrıymış.

Ve piyadeler yürür ve süvariler ve top arabaları.
Omuzlarımızda uzun namlulu tüfekler, çantalar
Ve komuta atında keskin bir zekâ, heves ve tutku,
Yakasında, Mısır armağanı kutsal böcek iğnesi.
Bir eli dürbünde, biri kabzada, devrimin kılıcı:
İmparator Napolyon, Avrupa yollarında.
Ve seferde mavi-beyaz-kırmızı üniformalılar:
Muharebeler! Muharebeler! Muharebeler!
Jena, Trafalgar, Wagram, Borodino, Waterloo...
Napolyon Bonapart, emir yağdırır emir üstüne:
Asker orduya, ordular savaşa!
Korsikalı adam, mektup yazar eşe ve dosta
Ve yasa koyar Paris'e.
Ve ben, ezilen gözlü yüreğim ezen zaman
Diliminde:
Ulm'da ağır yaralı, Wagram'da kırk bininci ölü,
Gürcü Rüstem kahve pişiredursun Napolyon'a
Ve ben, Moskova Seferi'nde kardan, soğuktan
Ve açlıktan donan yüzbinlerce asker yüreği!
Ve trajedinin kapanış perdesi:
Büyük imparator, Waterloo'dan kaçadüşünsün,
Ben, can veren asker, ağzımda ölüm sigarası.
Ezilen gözlü yüreğim, ben, perde gerisinde:
Ben; Fransalı, İngiltereli ve Prusyalı'yım
Ben; İtalyalı, Hollandalı ve Polonyalı'yım
Ben; İberyalı, Avusturyalı ve Rusyalı'yım...

Seslenir zamanların ezgisinden ezilen yüreğim,
Binbir çiçektir her mevsiminde tarih ağacının.

Ne beyler gördün, ne erler konaklandı gölgende,
Yazın; tanrısal mı, Anadolu'm, beşiğin uygarlık!
Bu taht çok başkentli Osmanlı'dır, kuranı: Kayı.
Ezilen gözlü yüreğim ben, göğsüme oturur tahtı:


Ben; Türkmen, Ermeni, Kürt, Gürcü ve Süryanî
Ben; Çerkez, Laz, Arap, Azerî, Arnavut, Boşnak
Ben; Yunan, Bulgar, Sırp, Macar ve Romen...
Emir, Allah'tan mı, beylerin beyinden midir,
Ulu sultanlardan mı?
Davullar gümbürder, mehteran coşar
Ve akıncılar ve yeniçeriler, sipahiler ve topçular;
Niğbolu! Konstantinopolis! Çaldıran! Ridaniye!
Mohaç ve daha, dahası var seferlerin!

Ve ben, neferim;
Bir yüreğim avlık ve bir yüreğim avcı!

Ve sonra; Hicaz, Yemen, Cezayir ve Fas'a...
Ve sonrası; ölünecek zamandır, Anadolu'm
Çanakkale'de, Sakarya'da ve Dumlupınar'da...
Ve sonrası; ölünecek zamandır, Mezopotamya'm
Ağrı, Dersim ve Musul'da, Kerkük ve Erbil'de...
Ve sonra; el ele, yürek yüreğe barış zamanıdır!

Hal bu üzre; bir yürek işidir ezilirken direnmek.
Hal bu üzre hal; bir yürek çeşnisidir yaşamak.
Hal bu üzre haldır ki bir yürek izidir barışmak
Ve kendi penceresinden duyulacak sesi.

6.
Yanarım gidenle, yanarım erimiş sönmüş diyene!

Yüreğim, barış gözlü yürektir yüreği barış olana.
Ben, yaratılan ilk canlı değil, yaşını tarayarak,
Tek başıyla, barış dünyasını kurmayı düşleyen
İlk büyük barış insanı; işle, emekle dünyalaşan,
Savaşımla kendini çekip çeviren, üstün kılandır.

Ben, bir zeytin ağacıyım: karalıyım, denizliyim
Barış gözlü yürektir suyum, şanından kanarım
Puslu yeşil nakışlı, delice arzum ne hoş bakışlı!
Bir taneden, bir çelikten boylanır dala boyum,
Doğa benim büyük annem, güneş'le geleniyim,
Boyanırım tel çiçek ile, dört mevsim yaprak ile.
Ben, bir zeytin ağacıyım, sanım, zeytinden ileri:
Kızıl deriliyim, beyaz benizli ve sarı benizliyim,
Kara derili, ak dişli, açık sözlü, tok gülüşlüyüm.
Ben, bir soyağacıyım, topraktaki damar yanıma,
Ak sakallı dedeler dedim, ak saçlı nineler dedim
Gövdemin yarısına baba, yarısına anneler dedim.
Dal dal kardeşlerim, dalda demet: kızkardeşlerim
Ve amcalarım, dayılarım, halalarım, teyzelerim
Dal salkımı: yeğenlerim, kuzenlerim, torunlarım
Ve dostça; büyük erkekler dizisi, kadınlar dizisi.
Ve ben; barış gözlü zeytin dalıyım o günden beri.

Yanarım karındaşlığa, kaynar kanım doğal barışa.

Ben, bir defne ağacıyım, ırmak tanrısının kızıyım
Yüreğim, barış gözlü yürektir göğsünda taşıyana.
Büyülü kalkandır dalım, çarpan yıldırımlara karşı.
Yapraklı, ince dallarımdan örülür çelenk örgüleri,
Tanrısal barışın, şiirin ve şairin ve zaferin tacıyım
Nehir nehir, deniz deniz dağıldım başa her tarafta.
Ben, bir defne ağacıyım ana-kadın-soy zincirinin,
Kutsal birliğin ve aşksal bağlılığın sembolüyüm.
Dölleyen bütün ırmakların aranan tanrıçasıyım.
Ben, kestane saçlı, Amerikan yerlisi Senekalı...
Havai'de, ada yerlisi: “Punalua” diye çağrılırım.
Darling Irmağı'nda avcı: Avustralya yerlisiyim.
Nehirlerin aşkıyım: Amazonlu'yum, Tunalı'yım
Nijerli, Seyhanlı'yım, Araslı ve Sirderyalı'yım...
Ben; barış içinde yöneten kadın, barış kadını:
Anasıdır soy ağacımızın.

Savaş ve barışı bilirim ama öz, barışa tercihlidir.

Yüreğim, barış gözlü yürektir iklim sıcaklığında
Ben, bir palmiye ağacıyım kuşak yumuşaklığında.
Boyum uzun, boyum örmeli, boyum tel sarmalı;
Severim ılık havayı ve yağışlı toprağı, budandır
Dev gibiyse boyum.
Bahar içirmişse şarabını serime, yeşilî sarhoşum.
Tepemde yeşilimsi beyaz, turuncu ya da kırmızı;
Renk renk çiçekle gülerim, işim barıştır, diyene.
Kimi yerde kocaman yapraklıdır yay gibi dalım
Kimi yerde ufacıktır boyum, öylece de
Yapraklarım.
Hele bir çöldeysem, bir çöl mecnunu gibi
Kavrulmuştur içim.
Gelip konaklanmışsam bir vaha kuytuluğuna,
Çölün kısırlığına inat, filize oturan tohum gibi
Kanarım suya, yanarım kabuktan meyveye.

Ben, bir palmiye ağacıyım Seyşel Adaları'nda,
İşçilerin arasında.
Can acısını bilirim: yan yana vurulmuşluğu,
Boylu boyunca devrilmişliği.
Tel tel liflenir bedenim; bükülür,
Sarılır iplik gibi halatlara.
Dallarım kapatır yoksul kulübelerin kamış çatılı
Duvarlarını, bu yüzdendir bahtiyarlığım.
Bilirim savaşın keskinliğini, boşuboşuna
Kırılmışlığı da, haince satılmışlığı da!
Ben, bir fildişi palmiyesiyim, kral gözdesiyim
Fildişi Kıyıları'nda.
Yanarım kesilirken, kanarım bir atölyede
Koyun koyuna sıramı beklerken.
Tane tane düğme olur, takılırım giysilere,
Boğulurum dar ilmiklerle.
Ben bir palmiye incisiyim, dilden dile
Barıştır deyişim.

Yıkanır mısralarım bir şeylerle, yağmur
Ormanındaki ağaç gibi,
Deşilen zaman yolculuğunda yapayalnız,
Arkada kalan göç gibi.

Yüreğim, barış gözlü yürektir yüreği
Candaş olana.
Ben, bir yaşam ağacıyım, günüm: Bir Eylül,
Doğmak isterim her güne onunla.
Bakakalır, düşe dalarım ak güvercin uçuran
Adamın tablosuna.
Savaşa doymamış ecelsiz ölümler hâlâ,
İkinci'sinde bir dünyayı kırdığı halde.

Ben, bir çam ağacıyım Vistül Irmağı'nda,
Bir kenarda, uğraksız bir yerde.
Altımda üç asker: biri Dresdenli, biri Bremenli,
Bir diğeri Poznanlı.
Mataralı, kütüksüz palaskalı ve kaputluydular,
Üçünün de başları kepliydi.
Hiçbirini ayakta görmedim, ağır yaralıydılar,
Sürünerek gelmişlerdi.
Son gelenin, genç karısı ve iki çocukları
Auschwitz'e götürülmüşler.
Kaputunun cebinden çıkardığım aile resminin
Arkasındaki yazıyı,
Suya eğilen bir dalımla okudum ve
Havale ettim dileklerini Vistül'e:
“Noel'i karşılamak için ailece beraber alış-verişe
Çıkamayacağız artık.
Kucağımda dolu paketlerle eve dönemiyeceğim
Doğum günlerinizde.
Ve evlenme yıldönümünün anısına bağlı olarak,
O bara gidemeyeceğiz,
Yaşam ağacınız herdemyeşil bir selvi olsun...
Sevgilim, hoşça kalınız! ”

Ben, bir kayın ağacıyım Bilbao'da, bir kenar
Semtinde, kalabalıktan uzak eski bir parkta.
Üzerine kükürt tozu dökülmüş gibi köpüklenir
Görünür gözüme deniz kıyıları, ta Biskay'dan.
Yüreğim barış gözlü yürektir, yürekten anarım
Guernica Tablosu'nun ressamını:
Gökler çelik yağdırır, meğer ne hüneri varmış
Fırça bıyıklı adamın!
Şiirimde Neruda hüznü, şiirimde Aragon aşkı,
Şiirimde Nazım sözü...
Kantabriya Dağları'nı aşar,
Koşarım ‘çiçeklerin dili'nden Granada'ya,
Cumhuriyetçiler dizilir kurşuna yol boylarında,
Lorca ile yanarım!

Bakarım tuvaldeki ak güvercinine ressamın,
Çölün akşam aynasından.
Toplarım tanrısal bir söylencenin kumsal
Camdaki kırık parçalarını:
Uçar, gider Zeus'un güvercinleri
Siva Vahası'ndaki palmiyelere.
Ve batısında, Batı Çölü'nden öte,
Ömer Muhtar'ın Libya'sında
Ve burada, savaş tanrısı Bel'in dehşet saçtığı
Vakitlerden bir vakit gibi,
Zırhlı arabalar gömülür kum dağlarına
Ölüm kusar, kum dolar yaralara.
Bir cephe ki hurma çekirdeği gibi sert,
Ezilir
Kara gömlekli adamın cephesi.
Ben, bir palmiye ağacıyım Bingazi'de,
Palmiyeli bir bulvar geçer önümden.
Ve bir savaşçı yatar kum altında, fideliğimin
Yurdunda, hayli uzaktır şimdi bana,
Mahrum yatar gölgemden.
Kanarım kan kızılı sıcak çöl kanamasıyla,
Yanarım diyardan diyara asker oluşuna.
Doğrulup bağırabilse, duyabilir mi sesini,
Savaş suçluları mahkemesi?

Ben, bir kestane ağacıyım Olimpiyat Parkı'nda,
Leman Gölü'ne komşu, isviçreli'yim.
Darmadağın başım, bakıyordum
Bir öğle üzeri göle, boş bir halı gibiydi.
Yorgun bir yolcu gibi uyuyordu hafif düşlerle,
Sakin ve durgun.
Karşı taraf, dağdır; uzanır ardarda, kar yamalı,
Üşümüş mart yeşili bohçalı.
Onlarca Leman çalkalanır yüreğimde,
Çanağı geniş ve öylesine derin.
Bakıyordum Bir Eylül sabahı göle, gidiyordum
Doğu Hint Adaları'na:
Pasifik Okyanusu, Leman Gölü kadar hülyalı
Ve tatlıca, göbekten dalgalanıyordu
Sanki yüzlerce memeli bir deniz perisiydi
Adaları emziriyordu.

Bir aralık günüydü, Antiller'de, bir deniz üssünde
“Tora! Tora! ” sesleri.
Savaş uçakları, deniz altıları, destroyerler,
Kruvazörler ve denizciler...
Ve sonra, adalar savaşı: Sulu, Mandana, Borneo,
Sumatra ve diğerleri.
Ve sonra Singapur,Tayland, Birmanya, Kıta Çin'i,
Japon Adaları...
Ve komutanlar yürür caddelerde at sırtında,
Muzaffer askerleriyle.
Ve gemide ve karada, üniformasız açların
Ateşinde yanarım!
Yüreğim, insanseverlerin barış gözlü yüreğidir
Olimpiyat Parkı'nda,
Leman'a kanarım!

Düşler içinde bir düş ağacıyım: ilaçsız, aşsız,
Sigarasız siperlerin.
Kasılır barış gözlü yüreğim, açılır batısından
Doğusuna halklar ülkesinin.
Kurulur savunma hatları sovyetlerin,
Dalgakıran gibi göğüsler saldırıları.
Soluk damara kan, dermasıza derman verir
Ve nefes aldırır dört bir yandaki dostlara.
Yirmi milyona yakın şehit,
Bir o kadar da harp malûlü, dediler onlar için.
Ve onları ki; büyük zaferin,
Gerçek barışın kızıl yıldızlarıydılar ezilenlerin
Ve sohbetimizdeki kardeşliğin, evimizdeki
Sıcaklığın ve soframızdaki tokluğun...
Büyük kahramanıydılar kurşunlanırken
Her karışından, her saat geleceğimiz!

Düşler içinde ben bir umut feneriyim
Haziranda yakıldım Normandiya'da!
Tel örgülere, çapraz engellere, mayınlara
Ağır toplara, hafif makinelilere karşın
Dalga dalga yararlar denizi,
Karınca gibi ayak basarlar karaya, ateş altında.
Ve sonra ırmak ırmak, kentlere ve daha ileri,
Akın akın başka ülkelere.
Sonra, masa başı savaşları: bir ileri-bir geri...
İmzalı, imzasız uzlaşmalar.

Savaşın, ne olduğunu mezarlardan öğrendim,
Ne suçlar işlemişiz!

Verdim ismini çocuğuma, şiirime ve resmime
Verdim ismini umuduma ve düşüme, barışın!

De ki gel; sönmüş ocaklara, yıkılmış yurtlara...
Mühendis Zenon'un Aspendos'undan gel!
De gel, suların yanmış maviliğine vurularak,
Beyaz kanatlı yelkenler açarak!
De ki gel; rengin, beni ilgilendirmez,
İnsandan insana yürüyüşün beni ilgilendirir!
Unutma, daha dündü, Karonga'da bulundum,
İki buçuk milyondur yaşım;
De, gel ki göresin, Malavi'de bir müzede
Sergilenir, sencileyin kuruca kurgum!
Haydi, gel, de ki; yalan dolan değilim ki
Çocuklardan haçlı seferi çıkarayım!
Verdim ismini doğuşuna, gelişine, varışına:
İnsan gibi insan oluşuna.
De gel, de ki nerelerdesin hâlâ,
Gözlerin, gözlerimde ağlamasın,
Kapatma gözlerini;
Zehirden de zehirli ve yangılı ten yanıklarıdır,
Hiroşima'dan aldım, Nagazaki'den aldım...

Utanmıyorum ayaklarımın yokluğundan,
Bir başka coğrafya'da, dağların karına verdim.
De ki gel; ne lüzum var dahasını saymaya,
Yüreğim yaralı bir yürektir, kanar anılarıyla!

Yürü, gel dostluk köprüsüne ülkelerin
Sınırlarından, dilediğin çiçekle gel!
De yürü, gel liman liman kardeşlik fuarına,
Belindeki palmiye kuşağıyla.
De, yürü gel barış dünyasına, uzakları
Yakın ederek, zeytin dalım: Bir Eylül Günü!

Verdim ismini çocuğuma, şiirime, resmime
Verdim umuduma ve düşüme ismini barışın.
Barış gözlü yürektir yüreğim, yüreğinize asın,
Bir kadavra içinde çürümesin!

Hal bu üzre; bir yürek yürüyüşüdür savaşta
Barışla yoğrulup yaratılmak.
Hal bu üzre hal; bir yürek çeşnisidir barış
İçinde bir Dünya'da yaşamak.
Hal bu üzre haldır ki bir yürek cefasıdır aşkın
Güzelliğinde yanmak
Ve kendi penceresinden kanayacak akışı,
Bazı varışı, bazında duruluşu.

7.
Yüreğim, aşk gözlü yürektir yüreklerin
Defilesinde, çağlayışından beri zamanın.
Ben ne idim: çaresizdim, kimsesizdim
Yer bilmez, yol bilmez kimseydim
Ama şanslıydım çünkü köşküm,
Benden önce yaratılan yürekli insandı.
Yerden böcekler, kayada bir öbek yaprağın
İçinden tomurcuklu başaklar.
Çalılıkta, yuvada bir kuş ve yumurtaları.
Büyük bir evde kadın ve çocuklar...

Aşk, âşıklarından yoksundu henüz, vahşiydi,
Evcilleştirdim seven yüreğimle.
Aşk, bunun neresinde, dediler, o bir
Ayva gibidir, yarısı dalda, yarısı yabanda.
Sevmeyi, sevilmeyi bilmez, dedi ilk kadın,
Eşini odasında aldatan tanrısal büyük adam.
Sevmeyi, sevilmeyi bilmez, dedi ilk erkek,
Eşini odasında aldatan tanrısal büyük kadın.
İlk insan, benim; bakımsız ve zavallı, barksız
Ve bineksizdim henüz.
Fakat sevmek ve sevilmek, çiçek ve yaprak gibi
Özgürce bir arada olurdu bizde,
Gönülleri çelen, aşk gözlü yüreğim, ben.
Girdim kıllı göğsüne ilkel insanın, sevdirdim
Aşka getirdim.
Boşalımda da kabaydı o, okşaya okşaya
Güzelleştirdim âşık gözlü yüreğimle.

İşleyen zaman katarından kopmadım
Eğiticisiden aldım derslerini, belledim
Ve belleterek geldim.

Koymadım ismini ben aşkın, mutsuz zadelerin
Marifetidir yüceltilmesi.
Bir sefil bahçıvanıyım onun,
Ne benim dirim gibi, ne benim ölüm gibidir,
Çok daha uzundur geçmişi.
Kafa yormakla çözemedim cazibesini
Üzerimdeydi kalemi, yazdı beni:
Yukarıdan atar tohumluk damlasını, Topraktan hoşlandığı için midir bulut?
Belki de gök denizinin teridir yağan,
Sıcak havalarda daha çok terleyen denizin.
Yaz yağmurunu severim kurumuş toprak gibi,
Damla damla yıkanan ağacı da.
Yaşamayı, bizimle olan herkesi seviyorum
Çıkardan mıdır hoşnutluğum;
Sıramı atladım galiba, başka bir rolde miyim,
İleri bir insanı gibi söyleniyorum!
Barbardır, dediler ilkel insana
Oysa ben, ne yürekler eskittim yârenler için!

Her şeyin sadesiyle, durusuyla, hilesiziyle,
Sütün ve yemişin tadıyla beslendim.
Yan atıp yatmadım gündüz hamağında,
Tanıdım kendimi, öğrendim halimi.
Güldüm bolluğa, içerlendim darlığa
Ağladım canavar ağzındaki ölümlere.
İşte bakın, gülmesini biliyorum
Hem de kahkahalarla sarsıla sarsıla,
Üzülmesini de ve hıçkırıklarla ağlamasını da!
Sürüyle gezen koyun misalinden farkım:
İnsan olmaktı, düşünerek varmaya çalıştım.
Zoru, zahmeti çekerek ve pişmiş eti tadarak;
Kutlu teni sevemeden yıkılıp uzandık gecelere.

Tanrım, dedim tanrılar beni aldatıyor,
Aşkımı çalıp saraya kapatacaklar!
Kıskanıyorum, dedim ışığı güneşten
Gündüzü ufuktan, yıldızı aysız geceden.
Demiri bulup, eritip dökmeyeceğim kalıplara
Alfabesini, cefasız anlaşılmasın diye.
Biliyorum, henüz yazılmadı kitabın
Resmin de çizilmedi, sahi, sen nesin, aşk?
Hiçbir kütükte, tablette, dikili yazıtta ve
Mezar taşında kaydın yok mu, var: o yazılar!
Bilirim o destanları, öyküleri, masalları
Ve şiirleri, mânileri, türküleri ve şarkıları.
Anlatamaz onlar seni, kıskanıyorum, dedim
Sözü dilden, gözü kaştan, kirpikten.
Kaşı kaş eden, kirpiği kirpik eden gözdür,
Onsuz bir tutam ya da birçok kıldır.
İşte, görün, ilkel dediğiniz insanın alfabesini
Sizin gibi, tıpkı insan gibi değil miyim aşktan?

Âşık gözlü yüreğim, ben seven yüreğinizde
İlk insanda da, çağdaş insan da ben varım.

Aydınlıktır ışığın aşkı, ay da gecenin nişanlısı
Töredir, nişanlısını kaçırmış.
Böyle düşündüler sonraları, böyle yaşadılar mı,
Bilmiyorum...sevgileriyle öykülenmişim.
Dil dertlidir anlam boşluğundan, bakıştan bakışa
Bir şeyler geçer, kalmaz arada.
Sevmek, kıskanmak mıdır, sevmeyenler
Kıskanabilir mi, dikilemez mi anıtları sevenlerin?

Yüreğim aşk gözlü yürektir, dedim yolunca,
Yüzüme çarpıldı kapı kör kıskançlıktan!

Üzerimde nar kırmızısı şal, omzumun biri çıplak,
Ayaklarımda meşin sandalet.
Tanrım, dedim tanrılar hırsız, aşkımı çaldılar,
Tanrılar eşsiz midir tapınaklarında?
Ellerim havada: hani, ayrılanım...hani, ocağım
Hani, ateşim...külüm, aşkım?
Ben yanarım döne döne, dünya döner şuna buna,
Ondan yanar özüm: dünya kanar!
Yüreğim, kırk gözlü aşk pınarıdır yüreğinize
Kanarım göz göz, dönerim yana yana.
Girdim görünmezliğe, daldım gönül bilmecesine
İlerledim bir dar yol çıkışına: yolcuysan
Özlemle, ayrılıkla;
Bahçıvansan kıskançlıkla başın belâda demektir.
Sorguya çekildim bire bir: ne aldın, ne verdin?
Ve neyi sundun ağrısı için gönül dilencisine?
Yolcuyum, dedim, ayrılık sardı beni.
Bahçıvanım, dedim, kıskançlık dolandı dilime.

Omzumdan kaydı sevenlerin nar kırmızısı şalı
Serildi önüme, serildi peşim sıra tutkuların şalı.
Döndüm...döndüm...döndüm...dönedurdum!
Yandım...yandım...aşkın rengine yanakaldım!

Kapandım üzerine, uçtum at sırtında sana doğru
Bir sevdalı dalga tutar başımı.
Dinlediğim sabah yelinin türküsünden almışım
Islak dudakların gel çağrısını
Geliyorum, canım, atın dikilmiş kulaklarının
Arasından yoluna göz koyarak süzülüşüm
Keskin bakışlı bir kuşun uçuşuna benzer.
Bulamazsam, bulup da terkime alamazsam seni
Atlı yüreğim baki kalsın sana.

De ki, sen de kuşan; herkes düşteyken atla
Çift kanatlı bir atın üstüne, sür de gel!
De ki gel, ilk haber gibi, ilk görüşme gibi
De sev, ilk buluşmadaki gibi!
De ki gel, kaygısızca gel, acemi aşk tarihinin
Evvel zamanındaki gibi naif yüreğinle!
De ki haydi, gel, bekletme beni,
Baş göz olmadan kaç da gel, günahlım!
De, gel ki içesin kadehini, saf yürekten de saf
Yüce bir aşkın.
De ki, gel ki insana varasın yeniden;
Kim bilir, şimdi hangi şehrin kara pazarında
“satılmış” diye damgalanmıştır
Adın gıyaben.
De, gel ki dönesin pervane gibi aşkımla:
Bir eli verene, bir eli alana, başı yana
Eğilmiş, seviden mi;
Ey döne döne, dönen, eğilebilir misin sevi'nle
Xanî'deki âşık gönlüme?
De, gel ki yanasın dönüşünde bir divane gibi,
Baştan başa ateş bir yürekle!
De, gel ki göresin: gökte miyim, yerde miyim,
Canda mıyım, malda mıyım..!

Yüreğim, âşık gözlü yürektir, âlemlerin
Doğuşundan bugüne sevdim, diyebilene.

Hal bu üzre; kadife bir yürek kanamasıdır
Sevginin ateşiyle bir ocakta buluşmak.
Hal bu üzre hal; gönülden gönüle akan
Bir yürek çeşnisidir severek yaşamak.
Hal bu üzre haldır ki yüreğim toprak
Gözlü yürektir, her aşkın sonu ve başıdır
Ve kendi penceresinden kazılıp sürülecek
Ve tohumlanacak yeni bir dünya için.

8.
Özüm, toprak özlü yürektir, yüreğini özüme;
Gözünü yüzüme gül, dilini sözüme dil edene!
Ben, ne idim; gözlerim nerede, kim aşırdı,
Nasıl bakabileceğim bunca ışıyan kaynağa?

Ey gönül okuyucusu, arama beni duayla!
Arama beni postla, sarıkla, çarıkla, bastonla
Arama beni kitapla; yüreğim, o kitaptır ki
Namus sözlü topraktır: aç, oku yüreğinle!

Bedenin kitabı baş ise akıl da kalemidir.
Okudu aklım toprağın oluş düşüncesini.
Aldım buyruğunu bir ömürle, yöneldim
Sana, hayatın köşküne kurulan bir ben ile.

Ve eğildim yatağına, yazdım kaleminle:
Yaratılmasaydın kayaçlı katlı katman,
Nasıl olacaktı dünyamdaki dirim düzeni!
Zengin takılıyım mineral kırıntılarıyla,
Beslenirim dökülen türlü karışımlarla.
Karılmışım su ile, yanmışım buzul ile,
Doğmuşum nice hal ile: topraktır sergim.
Dağıldım tane tane, elendim ince ince:
Kumludur, killidir ve millidir yaygım.
Kumlu, dediysem kısır kara taş değilim
Killi, dediysem her zaman yaş değilim.
Milli, dediysem daha verimlidir yapım:
Kumdur, kildir ve çürümüş bitkidir...
Ve arı gibi çalışkan bakteri döşemidir
Ana kucağın doğurgan canlı tezgâhında.

Hesabına indim, sordum gönül enginliğine:
Donanmasaydı türlü boğazdan türlü ses ile,
Kim anlardı turnabalığı ile turna kuşunun
Ve turna avcısının isim bağı hasımlığını?
Yürü, uyandır, dedin de çok bilen bilmezi;
Dal, dedin de onunla,
Dalmadım mı sonu toprak bilinmezliğine?

Hazırlanıyor içimde bir şeyler, kaynıyor
Demi demine, şimdi başka şeyler doğacak.
İlk çorbası olacak dünyamda bir yeni âlemin,
Bununla, Dünya'yı yaşanılır ilan edeceğim.
Marifet mi diyecekler, bir ibreti garibe mi,
Doğuranıyım onun, toprak anayım ben.
Eğer bir kadın görseydi “natamam” diyecekti
Karınsız doğumdan olan bu kırımlı yavruma.
Bitki midir, hayvan mıdır; her ikisidir ve birdir!
Anasıyım, ebesiyim, dadısıyım, toprağıyım ben.

Ölenle, ölmedi umudum, analar anasıyım ben;
Yenilerini suda uyuttum ve güneşlere tuttum.
İçimdeki ateşten geçirdim körpe yapılarını
Zarlara koydum, sardım, yedirdim ve içirdim.
Kendi kendilerine çalışabilen ve üreyebilen
Ve günü geldiğinde, tekrar toprak dokuma
Dönebilecek kapasiteye sahip bir canlı türü.
Tek hücreli, diyecekler talihsiz yavruma,
Ah, ben, neler çektim onun yaşaması için!
Suları, havaları ve ışığı...hizmetine koştum.

Ve bir ateş ki arzın dağından kusar yüzüme!
Daha tıfıl iken kırılan kırıldı, kalanına titredim
Korudum, köşe bucak dolaştırıp gezdirdim.

Ve kefenleri yırtarak gelişip çoğaldılar!

Daha yeni başlıyordu yaşam kavgaları.
Güçlü bir dayanma yeteneğine sahip olanlar,
Bana, yani toprak anaya bağlılıklarını
Kanıtlayabilenler sıkı sıkıya kenetlendiler.
Ve kavga yeni alevleniyordu doğayla...
Benzerleriyle, kendileriyle ve benim sigamla.

Ve kefenleri yırtıp, türlere ayrılarak çoğaldılar.

İşte meydan, dedim taneye, çekirdeğe, tohuma!
İşte meydan, dedim ota, çayıra, çimene, çitliğe!
İşte meydan, dedim yaprağa, çiçeğe, meyveye!
İşte meydan, dedim sürünene, uçana, yüzene,
Koşana, koklaşana, çiftleşene ve sevişene!
İşte meydan, dedim emekle, fikirle zirveme
Oturana; büyük övüncüm, umudum sensin!
Ve ben, toprağın ustasıyım, yetiştirip geçirdim
İşliğimin köprüsünden sizleri;
Üleştirdim, yolladım: tane ile, ayak ile, kanat ile.

Sormak isterdim bazılarına, nereden gelirsin,
Ey üzerimde gezinen burnu havalı gezmen;
Gece, gündüz hayal edip düş içinde yürümekle
Çözeceğini mi sandın serilmişliğimi?

Dinlensin, diye uykuya bırakılırım, uyumam;
Çayırla, çimenle ve türlü otla, dalla örtünür,
Yeşil gülerim bakana, uzanana ve otlanana.
Ve sudaki salyangoza...dışarıdaki böceğe...
Yüreğim, toprak gözlü yürektir imar edene,
Başak bağlatana, ev kurana ve yurt edene.
Ne sürgün takarım, ne fatih, toprak anayım,
Değiştiremez hiçbir şey soylu yaratıcılığımı;
Kalelerle, tellerle çevrilsem de, tankla, topla
Ezilsem de ve haraçlara bağlansam da.

Ancak onlarla yanarım, tutarlarsa ateşe beni,
Ve yakarlarsa ağı ve gaz ve atom ve hidrojen
Ateşleriyle; ah, şu savaş yürekli çocuklarım!

Çağır, de ki uzatma sözü, bir masal gibi
Depremdir içim ve dışımdadır güneşim.
Bağır, de ki kemiğe yükledim et ile kanı,
Düzen verdim bozuk düzenine, süslendim.
Canlandım ve akıl ile düşünen baş oldum.

Çağırayım seni, aslan heybetiyle
Bir gecede alayım ismini Sümer'den,
Edessa'ya tanrı Sin olasın ki
Harran'da, adına tapınaklar kurayım.
İzlerin zaman oylumuna sığınma, deme,
Toprağın harmanında kutsamışım seni.
Çağır, de ki bir başka yüzünle Hurri idin,
Mitanni oldun tarihsel gelişin akışında;
Büyük tanrı-güneşle insan arasında elçiydin
Işığın sevgili tanrısı Mithra ile.
Çağır, de ki keçi boynuzlu, keçi ayaklı,
Ölümlü doğa tanrısı Pan çalsın kavalını
Ve ölünce inlemesin dağ, ağlamasın pınarlar,
Kuşlar, ağaçlar ve tüm canlılar!
Haydi, bağır, de ki kutup sumruları uçurdum
Dünya'nın bir ucundan öbür ucuna,
Haber işledim Eskimolar'ın deniz tanrıçası
Seda ile karlı buzulların dokusuna.
Kimden gelir, haberlendim birçok şeyle:
Dünya'da yitirilen hakkın hesabı, deşilmiş
Ciğerimin, ta içinde görülecekmiş!
Haydi, bağır, de ki iyi ve kötü sizin,
Benim iç huzurumda birbirine sarılmasınlar.
Haydi, bağır, de ki güzel bir müziğin çalındığı
Bir yapıda tutmayacağım hiçbir kimseyi.
Haydi, bağır, de ki su yerine bal ve şarap
Irmaklarını akıtmayacağım sizinler için!

Kabile mülkü müyüm, halk mülkü mü,
Tanrısal mülkü müyüm, şu hükümdarların?
Çağır, de ki yüreğim, toprak gözlü yürektir,
Yeter her şeye, bir dünyadır barınabilene!

Hal bu üzre; sonsuz bir yol yürüyüşüdür
Topraktan toprağa, toprakla yürekleşmek.
Hal bu üzre hal; yürekten yüreğe bağlaşan
Ölümsüz bir yaşam çeşnisidir yaşamak.
Hal bu üzre haldır ki yüreğim,
Çocuk gözlü yürektir doğurana, insan gibi
Yetiştirmesini bilene!
Ve kendi penceresinden sorunsalaşacak,
Soruşup dinlenecek.

9.
Yüreğim çocuk gözlü yürektir, ilk ağlayışı
Gülüştür
Ben geldim aranıza demektir!

Hissediyorum bazı şeyleri: sıcak ve ılık,
Şavkı saydam değil, bulanık da sayılmaz.
Durgun bir su kıyısında, yosunlar arasında
Bir kurbağa lavrasına mı benziyorum?
Plâstik bir kavanoz değildir balonum
Suyu bol, kaygan, kapalı bir korunak...
Bağlanmışım bir kenarına göbek bağımla,
Onunla büyüyorum, onunla besleniyorum.
Bazı şeyler duyuyorum, acaba doğru mu,
Belki de duyumsuyorum:
Uğultular, titreşimler, kas vuruşları...
Beni tanıdınız, bebek gözlü yüreğim, ben,
Anne rahminde mini minicik bir yavruyum.

Annem anlatır, ben duyarım göbek bağımla,
Zevkle dinlediğm ipekböceğinin masalını.
Sekideki yumurta uykusundan çıkar çıkmaz
Yeşil yaprağa seğirtirmiş tulum karınlı böcek.
Neden yermiş, neden emermiş ipekçi tırtıl
Dut yaprağını...taze dut yaprağını
İlle de beyaz dut yaprağını.
İpekli patikler yapmam için sana, der annem,
Dut yaprağını yemezse öremez çilesini.
Asacağım patiklerin çiftini göbek kordonuma
Hem oynayacağım onlarla, hem de giyeceğim.
Ve annem bir ipek kadını,
Yardım edeceğim ona koza ayıklamasında,
İpekçinin masalını da iyice ezberleyeceğim.

Düşünde görülmüşüm babamın,
Ay yüzlü bir çocuk gibiymişim
Ve dedeminki gibi bir burnum varmış.
Oysa ben, o gece annemin karnındaydım hâlâ
Ve işim başımdan aşkındı.
Aşkın damlasından beyne, yüreğe, ciğere
Ve gövdeye, kola, ayağa tomurcuklanıyordum.
Ve babam ipekçi bir adam
Sadece çalışkan bir işçi değil,
Eli, iş gören ve yaman bir ipek ustasıdır da.
İnce duyguludur babam, âşıktır anneme!
En güzel çiçek, annelerindir, der babam,
Elbette benzemez
Yumurtadan dala koşan tırtıla.
Ve yürekleri çiçektir annelerin, ipek şalını
Okşar gibi okşayıp severler bebelerini.

Yüreğim çocuk gözlü yürektir, gülersen bana,
Şirin görünürsün gözüme, annemin yüzü gibi.


Saatin kaç olduğu umrunda mı,
Birileri var, kuvözde yatıyor mışıl mışıl,
Sokağın öbür tarafında, doğum evinde.
Ve ben kıvrılmışım, fasulye tanesi gibi,
Anne rahminde,
Baş üzeri, bir an önce doğmak için.
Nasıl yürürse yeşil bir yaşama lale dişi
Toprağın yumuşaklığında,
Bir evin çiçekliğinde, işte öyle bir şey.
Yer mi sevmiş beni, çeker baş aşağı,
Başım gibi yuvarlak bir dünya'da
Bağıra çığıra, doyasıya oynamak için.
Oynamak, yaşamaktır bizim için eğer
Çocuk bahçesini bize bırakırlarsa abilerimiz.
Oyunları da büyüktür onların!
Anne ve babalardır onları büyütenler de
Ama oyun yeri açmadılar bize.
Çocukça bakar, büyükçe oynar
Ve geçeriz oyunlarını.
Savaştır oyunları şanlı büyüklerin,
Kaç devletin müzesinde korunur
Cam kafeslerde altın ve gümüş taçları!
Kim bilir, şimdiye kadar kaç bakış, kaç el
Kırılmıştır
Keskin kartal burunlu sorguçlarından.
Bekleyin beni, abiler, anneler, babalar;
Bir müze kuracağım sizlere
Küçük oyuncaklarımla!

Doğum günümü unutmayın, anne,
Bizden hiç kimse unutmamalı!

Doğduğumda, balık olup dalacağım,
Öyle bir dalacağım ki bu dalışın adı
Deniz yolculuğudur.
Öylesine tatlı bir yer ki senin karnındaki
Yani rahmindeki yerim gibi rahat.
Öyle zengin bir yer ki
Ne ararsan bulunur, hele canlılar dünyasında.
Neler yok ki:
Bitkisel kentler, taşıl kasabalar, tüneller...
Çok geçitli köprüler, mantar ocakları...
Makarna başlı ağaçlar, rengârenk çiçekler...

Uçsuz bucaksız bir deniz dünyası, anne
Ve orada her şey var fakat insan yokmuş.
Neden insansız olsun o dünya?
Böyle bir dünyayı düşleyelim, anne!
Böyle bir dünyayı düşünelim, anne!
Oraya taşınmalıyız hemen, hep beraber!
Çocuklar, oyuncaksız, parksız ve bahçesiz
Ve hiç kimse
Evsiz, işsiz ve arabasız olmayacak orada.
Ve orada, silahlı oyunlar bilinmeyecek,
Unutulacak silahlar!
Denizlerin dünyasını düşle, anne,
Gözlerin renkli dünyası gibi masalsı,
Suların altında, batıkta gizleniyor, batık!

Büyüdüğümde de dalgıç olup dalacağım
Denizlerin dünyasına uçan bir balık gibi
Yüzeceğim...Açılacağım...Gezineceğim...
Bulursam çiçekçi gülçiçeğin kızı gelgözümü,
Çiçekli parklar yapacağız çocuklara.

İşte, balıklar, görüyor musun, anne
Ne kadar çok balık varmış denizin karnında!
Renkler cümbüşü müdür, balık festivali mi,
Vücut gösterisi midir, yüzgeçler dalgası mı?

Ve siz ve sizler ve diğerleri;
Ayakları suda oldukları halde göremeyenler,
Anlayabiliyor musunuz, çocuk gözlerimizle
Bu dünyayı, yani dünyalarımızı?

Bunlar, balerin balıklar mı, kostümleri çizgili.
Pulcukları: sulu sarılı, çakır benli, al kırmızılı.
Sanki boya küplerine batırılıp çıkarılmışlar...
Çıkarılıp batırılmışlar.
Şunlara bakın: ışıl ışıl süzülüyorlar,
Pır pır kaçıyorlar bahar kelebekleri gibi.
Balık dünyasında ağaçlar tenli midir ki
Ve sünger gibi delik deşiktir yaprakları.
Örtülüdürler deniz döleşiyle deniz dağları,
Yanardağları, vadileri ve ovaları...vay, be!

Bak, anne, şu gözlüklü balinaya bak, işte, şu!
Onun sırtında cam botla deniz yolculuğuna
Çıkan, benim.
Bulabilirsem iyi yürekli deniz perisini
Ve cicili bicili cücelerini, onları da alacağım
Balinama; götürür, bir tanker gibi güçlüdür.
Sonra kardeşlerimi, arkadaşlarımı, sahi, anne,
Nerede kızkardeşim, salıncakla uçan ablam?
Onu da istiyorum!
Anne,
Benden önce ağzından çıkıp, leyleğin ağzındaki
Salıncağa binmişti ya, görmeliyim onu!
Araya araya günü, gece; geceyi, gün ettim.
Babam gibi konuşuyorum, değil mi?
Ve deniz dünyasında gece ve gündüz aynıdır.
Başka memleketlere,
Başka dünyalara uçmuş olablirler mi,
Hiçbirine rastlamadım hâlâ.
Oysa burada, deniz altında her şey o kadar canlı,
O kadar hoş ki ayrılmak zor.
Bir deniz düşün, anne, orada bir balık olmak,
Orada bin kanatlı bir kelebek olmak, ne güzel!

Bulacağım çiçekçi gülçiçeğin kızı gelgözümü,
Ve o leyleğin ağzındaki salıncakla uçan ablamı.
Bulacağım aradıklarımı,
Çağıracağım arkadaşlarımı
Ve ülkelerin bütün çocuklarını.
Bir dünya kuracağız burada, herkese oyuncak,
Herkese okul, herkese iş ve özgür yaşam...
Yaşasın babam!

Haydi, doğur beni, anne
Doğurcaksan böyle bir dünya için doğur.
Düşlerimle düştüm rahmine
Ve yüreğim, çocuk gözlü yürektir
Yanmayacak yoksul ateşleriyle
Sütsüz, mamasız, oyuncaksız çocuklar gibi!

Hal bu üzre; kuşaktan kuşağa bir doğa
Yarışıdır insanın,
İnsandan insana çocukla bayraklaşması.
Hal bu üzre hal; aşktan yuvaya, sudan rahime,
Rahimden doğuma bir çocuk çeşnisidir varmak.
Hal bu üzre haldır ki yüreğim,
Güneş gözlü yürektir,
Anlayarak yaşamaktır bakıp okuyabilene.
Ve yanar kendi ateşinde güneşim, yanarken
Aydınlatır her şeyi kendi penceresinden.

10.
Senden parlak ve daha sıcak başka
Bir yıldız var mı,
Evren denilen şu sonsuz ve tehlikeli boşlukta?
Aydınlık ve karanlık,
Birbirilerinin ayak izlerinde yürürler,
Bir bütünün yer değiştiren parçaları gibi.
Elbette dünyalı yüzümü aydınlatıp ısıtan
Yanına gündüz, öbür yanına da gece, derim.
Ve karanlık soğuktur, korkuludur, isterim ki
Felaket yüzü görmesin âleme bakan gözün.
Tapılası ateş güzeli yüzle döner
Güneş'im kendi ağırlığınca,
Kendi yolunca doğudan batıya
Yerküresinin aksine; o döner, uydular uyar
Ve ben yanarım yürek ekseninde.
Mayadır ışığın, fırına sürdüm çiğ güneşleri
Ellerimle.
Fırındır göğsüm basılı toprak altında;
Senin sıcaklığında düşün, umudun, işin,
Kökleri üzerinde ete, kemiğe bürünmesidir
Mavi gülücüklü balonlar pişireceğim sana
Ey ateşi, yüreklere güneş gözlü, yüreğim!

Kurşun grisi sis bulutunu önüne alarak
Kanlı bir yumurta sarısı gibi sıyrıldın
Ufuktan bugün,
Sana eş, ne güneşler yatar
Bol ekimli yüreğimde, çekirdekten fideye
Çiçekten çerez meyveye.
Ben, bir günçiçeğiyim: günebakan'ım,
Eğilir sevdalı başım doğuşuna, yükselişine
Ve batışına.
Cismin senin olsun,
Karşılıksız besi hazırlama aşkına,
Bakışlarınla seven yüzüne hayranım.

Günbalım, sarıgözlüm, güneş gözlü yüreğim,
Bilemezsin, yanarım çil-sarı ışıklar içinde!
Benden mi alırsın rengini; mavimsi bakarım
Mavimsi gülerim beyazdan kırmızıya.
Kaynarım bulgur gibi,
Çiçekli başına benzer kaynayışım
Kuşanırım pembece bir kuşakla,
Sonra incili-ışıklı bir taç koyarım başıma
Ve bu taçtan saçılan tanecik esintileriyle
Ulaşırım size ait olan yerlere.

Evrende dönmeyen ne var ki, var olan döner.

Dönmek harakettir, dönerim onunla ölesiye.
Dinecek gibi değil içimdeki kanama,
Dış çeperinden iğnelenir yüreğim
Başak yangını gibi.
Ten ten karalıdır tenim
Çıban yarası değil yüzümdeki yaralar
Ateşli bir sevdanın silinmez izleridir.
Güneş gözlü yüreğim, ben; ışıktır, renktir,
Atom zelzelesidir ve zehir zıkkım bir ateştir
Benimki.

Güneş'in gizli köşkünde, kafesini kırıp
Kaçan uçarı bir böcek gibidir yüreğim.

Kelebeklere sesleniyorum her yerden,
Düşsel kanatlı kelebekleri topluyorum
Gece ve gündüz,
Yuvaları bozmadan, kapı kapı dolaşarak.
Yasakların sınırlarını aşıyorum, koşun,
Kelebekleri çağırıyorum,
Yolculuk var içimizdeki güneşlere doğru!
Altın gözlüler, altın kanatlılar, tel bacaklılar,
Renklerin
Ve desenlerin altın kral ve kraliçeleri!

Bas bas bağırıyorum, döne döne çağırıyorum!

Bir duyanım, bir görenim, bir dert paylaşanım
Çıkar mı ola:
İnci canlar saçıldı ışığın ağzından arzın dağına,
Düzüne, nehrine ve denizlerine!
Ve kutsal şeyler söylüyorum, söz yüreklendi.
Bir kızılderili yakarışıyla:
“ Babamız Güneş”in kutsanması için!

Güneş soyluyuz, dediler sanlarına, ilk çömleği,
Tekerleği, yazıyı ve ilk tapınak aşkını bulanlar.

Güneş'in oğullarıyız, dediler birbirilerine
Moğol asıllı halklardan denizden gelenler
Japon kamikazesi gibi depremli adalara.
Güneş'in oğullarıyız dediler birbirilerine
‘Çiçekli krallıklar ülkesi'nde taht için can
Aldıranlar.

Ve ben, güneş gözlü yüreğim, hançerlendim
Can alıcı fetvalarla, söndüm sönen nefesle!

Ve samurayların kanlı adaletinden uzak,
Çağının rönesansından ileri bir anda;
Yuvarlanır yazılı tarihin tekerleği sürgün
Düşünceye:
Suyun berraklığına bakıyordu.
Kaygılı gülümsemeleri,
Bir çift siyah başlı kumrunun bölüştüğü
Dalgaların gamzeli aynasınaydı.
Bir öğle üzeri, doğa gözlemindeydi
Biel Gölü'nde bir adacıkta gizlenen
Fikir firarı büyük düşünür Jan Jak Russo.

Ve söylerim Güneş'in şarkısını, bir öğle üzeri
Renklerin diliyle
Bir havuzun gamzelerine bakarak.
Canlanır bestenin renkleri: bir bağırıştır kırmızı
Bir görüşmedir yeşil ve bir bekleyiştir mavi.
İçlenir mor kırılmalarla: bir garip burukluktur
Lacivert, yeşil, sarı, turuncu, kırmızı ilenmeler.
Ve alevsiz yangındır ışığın gülüşleri,
Eski bir kanun gibidir, renkten tona sesi.
Güneş gözlü yüreğimle yorumlanır bestesi:
Mavimsi, yeşil nakışlı sesler maviyi,
Mavi, morumsu mavili desenler, eflatunu çalar.
Pembe görünür, kırmızı kanar, sarı ve yeşil sarı.
Ve yeşildir sesleri yüreğimi yakan renklerin
Ve pembeyi yeşille tutuşturur şu gönül koymaz
Gönlüm,
Karalar bağlamadan karalanır rengim.

Seslendim sana, dedim güneşlim,
Yerin ve göğün yüreklerini avuçlayarak
Ve bütün şafak kanamalarıyla.

Şimdi daha iyi anlıyorum düşlerimin
Güneş akademilerinin duvarlarını süsleyen
Yüzlerce çanlı
Çançiçeklerini ve çançiçeklerinin çanlarından
Çok sesli böcek konserlerini.
Şimdi daha iyi anlayabiliyorum güftelerin
Anlamlarını da:
İlkel insandan üretken insana
Varanda ve seni, baş tanrı ve ana tanrıça diye
Kutsarlarken sırtlarının pek, karınlarının
Tok olduklarını, tapınmalı özgürlük tadında;
Tarlada ve pazarda, yolda ve handa,
Savaşta ve barışta, zaferde ve yenilgide,
Yasta ve eğlencede...her yerde, her şeyde
Senin ışığın,
Ey güneş gözlü yüreğimin gümüş hazinesi,
Delikanlıca gelişen düşüncem!

Seslendim sana, dedim, karanlık mahzenlere
Kapansan da;
Yerin kara çukuruna girsen de, dert olup
Şu yanan bağrıma dolsan da, gezgin olup,
Her gün ak kanatlı bir yelkenliyle dolaşsan da
Engin, mavi gök denizlerini,
Ayrılığı yok bu kaçışın.
Gece gidersen öbür yanımdasın
Gündüz gelirsen bu yanımdasın,
Senden beter bir güneş yatar sol yanımda,
Döner durursun çevresinde.

Seslendim sana, dedim, duymadın mı,
Özümdeki ışıktan doğdun, sulara sığındın.
Avcumdaki
Tohumdan doğdun, ovalara serpildin.
Havadan geldin,
Evlere savruldun mevsimlerin elleriyle.
Ve yüreğim, insan gözlü yürektir, ne zehir
Ne kuru bir ateştir,
Tepeden tırnağa güneş yürektir!

Hal bu üzre; Güneş'in ateşinden, ışığından,
Renginden aldık gücü
Ve yarattık yaşam çeşnilerini.
Hal bu üzre hal; sensiz olunmazdı,
Bir de havasız
Bir de sussuz, bir de topraksız ve eşsiz.
Hal bu üzre haldır ki yüreğim, özgür gözlü
Yürektir,
Özgürlük yolunda yürüyebilene aşkolsun!
Onu kazanmak da zor, tanımak da,
Çoğu zaman yaşanmaz;
Gider, söylenir açık penceresinden.

11.
Düşündüm, nesin: doğmak mı, beslenmek mi,
Büyümek mi, giyinmek mi, soyunmak mı..?
Özgür gözlü yüreğim, ben, nazlı bir umuda
Yürümüş kanım
Bazı bazı kanar, bazı bazı yanar.
Sorarım nesini: uyumak mı, uyutulmak mı,
Uyanmak mı, uyandırılmak mı, çalışmak mı,
Çalıştırılmak mı, sevmek mi, sevilmek mi;
Uçmak mı, ölmek mi, öldürülmek mi..?
Aradım seni: düşündüğüm, hayal ettiğim gibi
Yaşamak istediğim gibi...sahiden, öyle misin?

Bir yıldız kopardım dalgın yaz seherinden
Serpiştirdim belleğimin eğrelti dereciklerine,
Yeşillendirdim kıyıcıklarını ağaçsı bitkilerin
İlk ataları bilge sakallı eğreltiotu ormanlarıyla.
Kulak verdim dereciklerin çağlayışına,
Seslerini dinlemek, tanımak ve zapt etmek.
Seçtim geçitleri geçirmeden önce çıplaklığımı,
İşaretler koydum yanlarına göz kararıyla.
Ve geçtim yol vermez gibi görünen dereciklerin
Yıldız telâşlı sularını yapyalın ayaklarımla.
Başlamadan önce bir başkaydı,
Başardıktan sonra daha da başkalaştı belleğim
Bu sınamalarla.

Seni yakalayan, sana dokunabilen ya da
Sevgililer gibi, birbirine sarılıp kalabilen,
Ya da ilk istemin ince yumuşaklığıyla ya da
İçli duygusuyla ya da ten zevkiyle konuşabilen
Var mı seninle;
Özgür gözlü yüreğimi yakan ateşine,
İsim koyamadığım, ey sevgili özgürlük!

Kaynar özlemin bilenenden yarınlara,
Yaralı yankıların zamana kazılmış
İzlerinden anlarım.
Kazıyıp derledim paramparça dalgaların
İzdüşümlerini
Pusatlı dilimlerden bir antikacı gibi:
Çizdim resmini bir yağmurcun altının,
Kalıcı yurt edinmişler kıyıları, kumlukları
Bu kuşlar levhalı öykülerine göre.
Koşup koşup dururlar kurulu oyuncak misali,
Kızkurusu bedenleriyle, ipincecik gagalarıyla;
Gümüş yağmurcun, akgerdan, göl yağmurcun,
Dağ yağmurcun...
Ve paniktir halleri bunların
Ama yurt edinebilmişler upuzun kıyıları.
Koşuşturmak da serbest
Yavrulanmak da, uçuşmak da serbest.
Okudum levhacıklarda resimli öykülerini
Ve hevesim, geçilmez pusatlı sisler kıyısında.

Yağmurcun kuşlarının sakındıkları
Kumsal tümsekliğe bakıyorum,
Epeyce uzaktır kıyı kalesine;
Kızan kaplumbağaların tırmanıp tırmanıp,
Kıçın kıçın kaydıkları bir yarış pistidir sanki.
Tepede olmak, bir kaplumbağa zaferiyse,
O halde; ölümüne bir çabayla elde edilir
Başarmak.
Levhanın paslısında işaretledim
Tutsak kızkuşunun,
Kıyı kalesinin ana burcundan uçuruluşunu
Ve kalenin burçlarında
Sütbeyaz tüller içinde yağmurcun defilesini.

Kuşlarda da özgürlüktür dolu yaşamın harcı!

Altın gibi değerli notlarından okudum
Telek kalemden metal kaleme devredilen
Düşünsel elyazmalarının.
Özgür gözlü yüreğim, ben, sorgusundayım:
Bu dil nasıl insanlaştı,
Bu yürek nasıl özgürleşti?
Kendini tanımak, kendince olabilmektir.
Varlık olmak, böyleyse
Kendini serbestçe yaşayabilmektir.
Neresindesin kendinin, sordun mi hiç?
Dünden bugüne: bir tek dokusan dokuz
Sıfatta mısın, sıfatların gönül zulası?

Bakıp anlayabilmek için değildir
Gözlerin görevi!
Ancak onlarla; dış karanlığı delice delen,
Sonsuz akıl lâbirentlerinde ilerledikçe
Yol gösteren ışıltılı kenar dikmelerini
Seçebilirsin.
Öyleyse sarkıt bilginin merdivenini içine
Öğrenmek için:
Çıkar dışarı onları, kökleştir bilincini!

Ve her şeyden önce iç yolculuğun amacı:
Kendi özgürlüğünü tanıyarak özgürleşmektir.

Neden bu kadar gerek duyuyorsun
Ellerime, dedim, beynim,
Ayaklarım da onlar gibi yumuşak başlı,
Kulaklarım, gözlerim, ağzım ve dilim...
Ve tüm organlarım sanadır.
Seninle uyumlu olmayanı göremedim.
Özel silahlı birliklerin, ordun, polisin,
Hafiyelerin, vurucu gizli güçlerin...
Ve hapishanelerin, toplama kampların mı var?
Yok, dedi, beynim.
Ne şaşırdım, ne de sözü uzatmayı düşündüm.
Hayran kaldım zor kullanılmadan işleyen
Eşitlikçi düzenlerine.
Bunda, dönen bir şey olmalı, dedim.
Var, dediler, bir şey ki dengededir özü:
Hakların eşitliğine saygıdan gelir gıdası
Düzenimizin.

Özgürlüktür yüreğin sanat tanrıçası,
Güzelliğine sınır konulur ama aşkına zincir
Vurulamaz!

Beyindir, zorlanınca düşünür, dardadır:
Ayağın ele öykünmesini, dilin dile iğnesini,
Gözün ısırganlığını...
Ve çözdüm organsal bağlılıklarını:
Yaşamsal işbirliği, demişler medenice bir arada
Oluşlarına.

Ağırlanırsın kızıl kınalı, gelen ne ola:
Sancıdır,
Büyüyen bebendir, ateş yanardağıdır hırsındaki.
Kayıtlar ebenin zor saati dalga dalga haykıran
Yerin yüreğindeki ateşin kızgın köpürmelerini.
Ve ben, uyurken aldattım seni;
Gülden güle giysilendim,
Daldım derinliğine içine, çaldım canlı ruhunu,
Emzirdim memenle, yatırdım yüreğimle.
O günden beridir ki sensin içimi ateşleyen...
Ana kalışına kanadım senin,
Şafakla doğan özgürlüksün güne,
Sormadım bedelini, alabilende,
Alıp koruyabilendesin.

Ne dev bir yapıtta, ne tunçtan, ne bakırdan,
Ne mermer bir anıttasın.

Döndüm tabuyu sorgulamak için
Masal gibi bilinen geçmiş zamanın
Arka bahçelerine.
Yasakların tutsağı ve günahların cezalısı
Benim
Yaratan da, tapan da, boyun eğen de...
Ve onlardan bir ben var: suçsuz, günahsız,
Tertemiz bir ben;
Bu ben'dir ki beni, ben edendir.
Ben'imi istiyorum, uydurup kendimi
Hapsettiğim tabulardan,
Yarattığım putların cümlesinden.
Nasıl ki anadan doğma gelişimle
Kimse tarafından ayıpsanmayan bir bensem,
O'nu istiyorum!

De ki gel; zafer şarkıları eşliğinde, gür sesinle,
Rüzgârla güreşen, ileriye fırlayan göğsünle gel!
De ki duy; söz bilen dilin, bakan gözün,
Çalışan elin,
Açılan ayağın, düşünen beynin varsa, gel!
De ki gör beni, bir bebek gibi el çırparak,
Bir yavru kuş gibi
Annesinin kanadına sığınarak, gel!
De ki vay, bana, uzak ve yakın tutuklu zamanların
Sayımından, hücresinden, infaz sehpasından gel!
Özlemlerim;
Dalgası belâlı göllere bağlandı, kanar kaldı içimde,
Hallerimi kervan ettim, bindirdim yollara
Yükledim dileklerimi nehirlere, saldım yadellere
Bir bilenim, bir dert koşanım olmaz mı ola?
De ki tarih; kaldır elini, koy vicdanına,
Başınla bir selâm ver de gel,
İki kara kaşın kubrasında,
Bir çift şahin gözün tanıklığında geçirdim
Bunca ömrü peşinde.
Ve sürüldüğüm, kaçaklara fişlendiğim
Ve uğruna dağlara dayandığım, sevdasına
Pusulara kapandığım,
Yollara düştüğüm ve sınırları aştığım,
Horlandığım...
Ve sonrası: deniz uzağı bir memleketten
Baş kuşanmaksız, kuşak üzerine
Meşin palaska bağlamaksız,
Bir tabut yalnızlığında döndüğüm
Sesimize sağır bir dünya içre,
Öylece de defnedildiğim.
Ve şimdi kendi toprağımda,
Sakin bir köy mezarlığında, bir köy ki
Berzan'dır ismi, göklerden ateşin yağışını
Oyuncak bilir.
Ve her yanım ferman yangınıdır hâlâ!

De ki doğ; unutulmuşluğun tunç sarısı
Sabahında,
Bir daha batmamak üzere, doğ umutlarıma!
Umutlarım ki havada yağmur bulutları gibi
Sabırsız
Ve yerde susuz tohum gibi suya muhtaç.
Ve onlar ki yaratıcı titizliğiyle düşlenir
Ve yürek içimlerine sunulur daha güzel
Günlerin müjdelenmesi için.
Bunun içindir ki özgür gözlü yüreğim, ben:
Yaratandım, ezilendim, sevilendim, barışandım
Bir âleme ben, dedim, benlik sevdasındaysam
Namerdim!

Ancak özgür ben'lerledir yücelmenin yüce'liği.

Hal bu üzre; herkes ve her şey için
Atan yüreklerin vazgeçilmez çeşnisidir
Özgürce yaşamak.
Hal bu üzre hal; doğa ve toplum yasalarına,
Egemen olmaktır
Özgür insanlar tutkusunda buluşmak.
Hal bu üzre haldır ki
Yüreğim, sanat gözlü yürektir
Hem eseridir, hem ustasıdır anlayabilene.
Ve evrensel gülümser; oynar kendi sahnesinde,
Süzülür akar yüreğinize kendi penceresinden.

12.
İfadesi, anlamından üstün bir şey istiyorum,
Gelmiş, geçmiş ve gelecek hünerli zamanların
Kalem, keski ve fırça tutan düşlemelerinden
Bir resim, bir desen, bir kabartma veya
Bir yontu gibi olmayacak,
Kendisi veya kendisi gibi olmalı
Öyle de kalabilmelidir.
En iyi resim veya desen, kabartma veya yontu
Her zaman canlı olarak kalabilendir.
Sanat gözlü yüreğim ben, yüreğimi istiyorum
Gelmiş ve geçmiş ve yaşanacak ömürlerin
Hünerli ellerinden.

Çekilmeden önce suretim, bakışlarım çekti onu.

Yüzümü göremeyecektim, içmeye eğilirken
Ayna gibi gülen suya rastlamasaydım,
Dudaklarıma değen ilk görüntümden irkildim.
Korkunç ya da soğuk mu görünmüştüm,
Gerçeği ilettikleri için suçlu muydu gözlerim
Ve suç ortakları, teşhir edici sular mıydı ki
Bundan sonra yüzümü, önüme sürmeye
Devam edeceklerinden hiçbir kuşkum yoktu.
Baktım, güldüm, izledim, düşündüm...derken
Sevdim gözlerimin çizimlerinden resimlerimi.

Çekilmeden önce eserim, taş keskim çizdi onu.

Bir şey canlanıyor, bir şeylerden farklılaşıyor.
Şimdiye kadar gördüklerimden farklı bir şey
Öyle etkili bir şey ki eserimdir, bizi koruyacak,
Avladığım, beslendiğim ve taptığımız bir şey.
Varlığımızı ona borçluyuz, boğaz borcumuz...
Ona daha yakın olmak, bir gönül borcu mu?
Ve bizi, daha iyi koruyup esirgemesi için
Kayadan evimizin duvarlarına geçirmeliyiz.
Onunla baş başa olmak, onu düşünerek uymak,
Uykularımızı rahat, günümüzü bereketli kılar.

Çizilirken kurgu, esinlenen yürek işleniyordu.

Sanat gözlü yüreğim ben, binasını kuruyorum.
Usulca kazın, kazıcılar, incinmesin toprağım
Aman, dokunmayın teline,
Çalmasın ezgisini çevrilmemiş duvarların!
Kazın, kazıcılar, zevkle kazın,
Mezar değildir bu;
Coşun, gülün, eğlenin...neşeniz eksilmesin!
Temeli sağlam olsun,
Hareketli bir düzeneği gezdiren bilyeler gibi
Bir yığın dünya dönecek havuzlu döşemesinde
Ve yanan bir yürek kondurulacak kulesine.

Töreye karşı,
Haklı bir başkaldırıda mıdır mimarım?
Kıyılarak bir cana, kurban kanı akıtılmaz,
Serpilir sulu boyalar fırçalarla kazılara
O halde;
Kansız temeller atılır ve iskeleler bağlanır.

Kazın, kazıcılar, kırın molozu, kırıcılar!
Küreleyin kazılanı, kürekleyin kürekçiler!
Dolsun teskereler, dolsun taşıma sepetleri.
Taşıyın, taşıyıcılar toprağı, kırığı ve kıymığı...
Dökün, doysun çukurlar, düzlensin yapı alanı!

Örülürken duvarlar açılıyordu figür zeminleri.

Bu zanaat,
Bu gidiş üzredir yapıcılar çevresinde:
Ustanın, çırağın ve demircinin, kalıpçının
Ve betoncunun, tesviyecinin ve sucunun,
Ve sıvacının, badanacının ve marangozun
Ve mutfakçının, çaycının ve ekmekçinin
Ve toplamıdır el altı ve el üstü çalışanların
Ve türküleriyle, oyunlarıyla ve gülmeceleriyle
Gün, güne kıskanadursun, duvarlar yükselir.
Ve sanat gözlü yüreğimin çıplak anatomisi,
Ana bölümler halinde hazırlanır bezenmeye.

Gözün, taşın rengine sevgisindendir doğuşum.

Kırdım çakıl taşını, seçtim irisini, ufağını
Ayırdım renklerine göre siyahını, beyazını,
Ve kırmızısını, yeşilini ve ciğer kırmasını...
Ve bu işe böyle başladım eski çağlardan beri.
Dizdim macun gibi astarlı döşemelerine
Sarayların, tapınakların ve havuzlu konakların
Ve bu işe böyle kanadım
Çekiç ve çakıl taşı arasından desene akandım.
Ve sonra; süslü camın türlü rengiyle kanadım,
Damar damar işlendim duvarlara ve tavanlara
Görkemli yapıların.

Oyma, kalemle ağacın resimli sözleşmesidir.

Duyguların köşkünde
Sabrın ve hünerin gönüllü hizmetçisiyim.
Kaldırdım, baktım, çevirdim, tanıdım,
İndirdim, baktım, okudum biçilmiş tahtaları.
Merak etmedim cinsini, cibilliyetini
Ve hangi ormandan ve yöreden olduklarını
Ve kaç bıçaktan biçilip geldiklerini;
Irgalamaz beni, damar kalemim sorar bunları.
Kapı aynasına mı konuklar, sundurmaya mı,
Pencerelere mi, duvarlara mı, tavanlara mı...
Sanatkâr yüreğimin işidir, karışmam zevkine.
Duygulanır, çalışırım: şarkı gibidir işim
Yüreğim oymalı şarkıdır, yüreğim kalemlidir,
Kabarır oymalarım saat saat canlanarak
Ve yaprağı, çiçeği ve salkımı...nakışlayarak.
Ve takılacak takıları
Duyguların köşkünde sanat gözlü yüreğimin.

Bir inzivadır kurşunla rengin cama sarılması.

Gördüm seni camların makyajlı yanaklarında,
Süslenmişsin, gelin gibi değilsin, farkındayım.
Dilimin yastığında ismin, söylemedim,
Boyanmışsın, palyaço yüzüne benziyor yüzün.
Sevgilin var mı işinden başka, dargın mısın,
Neden suskunsun, çileye mi çekildin onunla?
Helâl olsun sana, derim usta,
Kurşunu,
Kurşun etmemişsin adresine ölümlerin!
Şuna değdi elim, buna değmedi derken
Yakalamışsın rengin içlenişini,
İçirmişsin senfonisini hüzünlü camlara,
Dilip kesmişsin
Ve pay etmişsin kurşun şeritlere.
Helâl olsun sana, derim usta,
Kurşunu,
Kurşun etmemişsin adresine ölümlerin,
Gönül odalarına konulacak vitrayların!

Gördüğüm heykelin içine sızdım, oturdum.
Bezenince onunla, tanıyamadım heykelimi.

Tekrarındayım, nasıl buluşmuştum seninle,
Yitik gerçeğimde aranan bir buluntu muydun
Yoksa sen mi bulgulamıştın beni?
Kısır dalaşı bırakalım, gel, yaratalım beraber!
Betimleyebilirsek çokluktan var oluşumuzu,
Mutlaktır, birileri görür, hak verir birliğimize.
Nerelisin, deme, ıhlamura, mauna, meşeye
Ve çama, cevize...biz, her yerliyiz!
Bu işe başlarken
Ağacın seçilmişlerinden girdim söze.
Eğrisini, doğrusunu eğeleyip düzenlerken,
Yontularak yaratılanda olmaktır emelimiz.

Yüreğim, sanat gözlü yürektir yüreğinize,
Dönerim bir adım öncesine, kanarız gayri.

Tartarım göz alışkanlığıyla yontulukları.
Sularım, kararım killi toprağın hamurunu,
Gelince kıvamına, dökerim
Bir dökümhaneden çıkar gibi heykelcikleri,
Pişiririm fırınlarda ateşin yapıcı yakıcılığıyla.
Veririm korumalığına sevenlerin;
Her birine ne sırlar, ne güçler yüklemişim!

Yüreğim, araştıran yürektir kanan yüreğinize,
Dönerim onca adım sonrasına, yanarız gayri.

Düşündüm yaşam pınarı gibi canlı armonisini:
Taştan, mermerden mi yontsam, yontulmaz ki!
Çınardan mınardan mı oysam, oyulmaz ki!
Kilden milden mi yoğursam, yoğrulmaz ki!
Tunçtan, gümüşten veya pirinçten
Ya da bakırdan mı dövsem, dövülmez ki!

Tasarladım üç boyutlu cisimsel armatürünü.

Düğümleyip dokudum lifli tellerini,
Nasıl çekerse bir örümcek fileli yuvasını
Öyle çekilip gerildi yüreğimin dokuları.
Kapaklı kulakçıklarını, torbalı karıncıklarını,
Atarını, toplarını, tüm borucuklarını yatırdım.
Çadır bezi gibi geçirdim dışına kaslı astarını,
Damarcıkları ışıklandırdım kırmızılı, mavili...
Mavi bebek de güler akışında, kızıl bebek de
Ve hafif bir akımla ateşlendirdim gülüşlerini
Ve yüreğimdir onlarca yontulaşan,
Diktim
Sanat gözlü yüreğimin galeri pasajlarına
Yere bakan taç yapraklı kristal dikmelerini
Ve astım yüreklerimi renkli lambalar gibi.

Herkes biraz dişidir çini gibi, sonra ayrışır
Cinslerine, erkeğin memeli oluşu bundandır:
Çinilenmeli gönül tasım, topraktansa gelişim.

Aradım soylusunu, bulunca huylu bir ocakta,
Taş bir yalakta beklettim topraklığını,
Arıttım, kuvars ve kireç kattım saflığına.
Bu, ne zor duruluştur demedim
Kalıpladım biçimini, kalıplarla girdin ateşlere.
Levhalara ayrılmış olarak geldin kalem ağzına:
Allandın, pullandın bir incili mercan gibi
Ve zarifti sırlanışın, cilâlanışın...
Yine atıldın ateşlere bir nazarlık güzellik için!
Övdüm yıldızlısını, halkalısını, karelisini...
Övdüm gül çiçeklisini, yapraklısını, servilisini
Övdüm cemalini, şeklini ve şemailini...
Giydirdim gönül güneşimin çeşmelerine.

Yeşil duvarın böylesi ne görüldü, ne duyuldu
Çocuksu bir çitle çevrilir sanat gözlü yüreğim.

Düşlerim üretken, umutlarım vardiyalı çalışır
Her gün uyku sefasındayken ölmez yontucular,
Koyuluyorum yarım kalan işlerine:
Yontuyorum tomurlarını mermerin ve taşın
Yoğuruyorum kilin diri çamurunu...
Tıraşlıyorum sıradaki parçaları...
Dövüyorum tuncu, bakırı, pirinci...
Heykelcikler yapıyorum ustalardan gizlice
Ya da başka bir şeyler yapıyorum
Saçları dal dal, başları afacan tomurcuklu,
Elleri ışıklı, boyları ve ayakları çiçekli
Ve kaşları, gözleri, dudakları ve burunları...
Heykelcikler yapıyorum herkesten habersiz,
Belleri incecik dallı, dalları envayi çiçekli
Ve saflıyorum çocukları, yemyeşildir yaşları,
Göğüsleri uğur böcekli, yürekleri çiçekli...
Ve sarıyorlar sanat gözlü yüreğimin havasını
Benden, gecelerden ve uykulardan habersiz
Ve hal bu üzre ki bir yürek hüneridir yaşamak.

Ne üzredir hal çok çekimli yaşam sahnelerinde!

Halloluş üzre, sebatlı oyuncusuyum çekimlerin.
Bir pencere kapanırken bir başkası açar perdeyi
Dün de böyleydi, bugün de öyle, yarın da mı?
Ben dönerim dünlerden bugünlere ve yarınlara
Öyle bir yapının içindeyim ki dönüşleri
Çekimlenen, ben değilim!
Almadım avuçlarıma evreni, alamazdım da
Çünkü yüreğim güneştir evrenin avuçlarında;
Hal bu üzredir ki bir yürek çeşnisidir yaşamak
Ve yaşarım pencerelerinde yüreklerin!

Lozan, 8 Şubat 2004&25 Ağustos 2005


Bir Yürek Çeşnisidir Yaşamak
© 2003-2024 www.alternatifim.com/ Her Hakkı Saklıdır.