Hiç Gibi Bir Şey
dokunsa suya saçları & sanki
bir nilüferin çocuksu gülüşü akıp gidecekti zaman gölünde
-akıp gidecekti
ardında eksik kalan ne varsa
ona dair..
insan bu
zaman salıncağında çocuk misali...
ne zamanki, içimdeki atlara su vermeye indim
bütün devirler devrildi
ne varsa koşmaya başladı
koşmaksa, dağlarımda yorgun bir rüzgârdı
babam hariç
-o yatağında inliyordu
ya da yatak, cam tabut biçiliyordu acıya
elleri diyordum içimden, sanki hiç yaşında
kime sorsam, geçmiş; acıya bölünse, kaç kalır diye geriye
susanların dilinden bir pencere göğe yürürdü
hep göğe!
sanki Kilidi açılırdı sandukaların
hiç gibi gülümseyişler kalakalırdı
-evet!
-evet!
Gülümseyişler hiç gibi
Seyyar satıcıda, eski bir tablonun kenarına iliştirilmiş
plastik bir gül gibi..
insan bu
dünya dalında bir kuş misali
bir kartal ölecekse
-eğer gerçekten ölecekse
önce soyunur tüm göğü, gözlerinde
sonra dağları
bir boşluk kalır aklında
ve bürünür her şey
-hiç
gibi bir şey'e…
yalnızlık sesi biriktiren
bir ulağın kulağından duymuştum
-babalar
avucunda tutarmış meğer, göğün kanatlarını
öksüzlükte bundan ibaretmiş
kuzey sahillerinde imbat nöbeti tutar gibi
-dağılır oğul
bilinmez gibi, yaprağın avuç içinde koca bir alem
insan bu
şol cennetin ırmağında yunus misali
buhar yeleli, tunç bilekli katanaların taşıdığı hengame
ey! Avlumda dönüp duran hengame
geçmişin gözlerinde
şimdinin dizinde yatan
-ağrı kesip
acı kesemeyen ilaç kokuları arsında
kendine sürgün o koca yalnızlığın adıydı
-babam
ki, anlamlar
manalar
aklın tavan arasına çöreklenmiş o koca boşluk
hiç
gibi bir şey…
insan bu
yaşama mesafesi ayarlı, bir yolcu misali
'Doksandokuz” isim tutuşurken elimi, ateş diye
içimin içi, içler doğurup duruyordu
sanki doğum ile ölüm, yan yana
tam ortasında babam uyuyordu
yara ile kabuk yan yana,
yana yana kül gibi
hep kül gibi
kül gibi
sanki sonsuzluk bir tablo içinde küçülüp,
küçülüp çoğalıyordu
aklım zalimce devam ederken yaşamaya
öylece sular akıyor
serin akıyor
çok serin akıyordu
insan bu
aklındaki gölde yüzen balık misali
bir iki çırpınış
hiç
-gibi...